YAZILARIMIZ
ŞEYTANİLERİ FARK EDELİM.
Merhabalar Sevgili Dostlarım.
Bu günkü konu esasında dünyanın sözde güncel konusu. Biz bu gün her kelamımızın başında zikrettiğimiz İLAHİ FARKINDALIK zaviyesinden bu dünyanın dehşet ve vahşet tablosuna FARK lı bir zaviyeden bakacağız.
Öncelikle bilinsin ki... Bu bakış açısı asla ve kesinlikle siyasi, ideolojik, hamaset veya ayrıştırıcı, düşmanca duygularla değil, tamamen "insani" hassasiyetlere göre hakk üzre hakikattir. Biz bu açıdan geliştirdiğimiz projeksiyonla neyin, ne kadar FARKINDA OLup olmadığımızı ve modern (!) dünyada insanlığın neye doğru evrildiğini kendimizce değerlendirmeye çalışacağız. Elbette bu bahis öyle birkaç cümle ile kısaca izah edilemeyecek kadar uzun ve önemli bir husustur. Hakkında kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmış ve yazılacak olan insanlık tarihinin en girift ve en karanlık odak noktalarından birisidir.
Şu anda bebeklerin, kadınların, ihtiyarların kısacası tüm insanlığın yok edildiği bu coğrafya birçok hususiyetinden dolayı dünya ve insanlık tarihinin ilk zamanlarından beri kan, gözyaşı ve zulmün merkezi olmuştur. Bilinen tarihi vakalar içinde insanlığın ortak hafızasında kayıtlı en önemli olaylar haçlı seferleri, Moğol istilası gibi hadiselerin ötesinde belki de dünyanın en çok el değiştiren kara parçasıdır. Bu coğrafyanın makûs kaderinde vahşet ve dehşet hep olagelmiştir. Şimdi tankların ezmek için sabırsızlandığı Gazze ve masum halkı tarihin geriye doğru projeksiyonlarında hep aynı hadiseleri yaşamıştır.
Bu kısa analojiden sonra biz asıl konumuza dönecek olursak; Buradan bakıldığında akıl ötesi acı ve trajik bir hakkâktın duvarına tosluyoruz. Bu can acısıyla baktığımızda modern(!) dünya insanlarının vicdanlarını, merhametlerini ve tüm insani erdem değerlerini hangi paradigmalara göre şekillendirdiğini çok net ve açık bir şekilde görebiliyoruz. Aslında bu hakikati her daim görüyor yaşıyoruz da... (!) Nefsimizin, zihnimizin, egomuzun çok dokunulmasına izin vermediği (varsa) hafızamızı yokladığımızda Rusya Ukrayna savaşında da gördük ama hala FARKINDA değiliz.
Şimdi diyeceksiniz ki. Peki FARKINDA OL mak ne demek? FARKINDA OL sak ne olur? Ne yapabiliriz? Eyvallah işte hayat kurtaracak soru da bu. El cevap: Birinci sorunun cevabi, Olup, biteni idrak etmek, olabilecekleri tahmin etmek. İkinci sorunun cevabi, İnternette ve sosyal mecralarda beğenilme, tıklanma, okşanma, takdir edime v.s. büyüsünden (!) kurtulup, sanal gerçeklik hipnozundan çıkıp, kandırma, aldatma, hırsızlık, şiddet içerikli dizileri terk edip, azıcık keyfimizden feragat edip, hakiki kaynaklardan (kitaplardan) araştırmalar, okumalar yapmak. Böylece dünyanın ve coğrafyanın tarihi gerçeklerine vakıf olmak gerek. Ancak buradan hareket ederek vahşi kapitalizmin ve kanlı emperyalizmin karanlık ideolojilerin ve onların kuralsız araçlarına enstrümanlarına hayretler içinde vakıf olursunuz. O zaman kısmen bildiğimiz masonluğun, siyonizmin çok daha derinlerinde olan, kabalist, deccali yöntemlerle zihin kontrolünü, evanjelizmi, armegedon u, (Melhâme-i Kübrâ) haarp sistemini ve amacını bu amaçlar için geliştirilmiş, henüz bilmediğimiz çok tehlikeli teknoidolojilerini görürsünüz. Dünyanın en küçük terör devletinin tüm insanlığa nasıl hükmettiğini o zaman anlarsınız. İşte o zaman yavrularımızın trajik durumunu FARKEDER de küçücük, körpecik zihinlerine, beyinlerine nasıl zehirli tohumlar atıldığını FARKEDER tedbirler alırız.
Bize/ bana göre bu deccali sistemin hedefindeki ülke TÜRKİYE,
- FARKINDA OLUNUZ Kİ... DÜNYA MÜSLÜMÜNLIĞININ LİDERİ OLARAK GÖRDÜKLERİ ÜLKEMİZ ÜZERİNDE ÇOK TEHLİKELİ OYUNLAR OYNANMAKTA....
- FARKINDA OLUNUZ Kİ... DECCALİ SİSTEMİN EN TEHLİKELİ SİLAHLARI (zihnin kontrolü) ÇOK DEĞİŞİK ARAÇLAR VE SİSTEMLERLE BİZİM VE YAVRULARIMIZIN ÜZERİNDE YOĞUNLAŞIYOR.
- FARKINDA OLUNUZ Kİ... KAPIMIZA KADAR DAYANAN BÜYÜK SAVAŞ GEMİLERİNDE SADECE SİLAHLAR YÜKLÜ DEĞİL.
- FARKINDA OLUNUZ Kİ... ÜLKEMİZDE İÇ KARIŞIKLIK ÇIKARMAK MAKSADI İLE AJANLIK FAALİYETLERİ HİÇ OLMADIĞI KADAR YOĞUNLAŞTI.
- FARKINDA OLMALIYIZ Kİ... KOZMİK VE MORFİK BOYUTLARDAN SİNİR UÇLARIMIZA YOĞUN BİR SALDIRI YAPILMAKTA.
- FARKINDA OLUNUZ Kİ... GÜNDEM YENİDEN, YENİDEN GÜNCELLEŞTİRİLEREK HAKİKATTEN UZAKLAŞTIRILIYORUZ.
Bayram Ersoy
EMEKSİZ KAZANÇ VE İLİM HIRSIZLIĞI
Merhaba sevgili dostlarım,
Bugün sizlere çok önemli bulduğum birçok hususta genel bilgilendirmeler yaparken aslında özel olarak ta dikkatlerinizi çekmek istediğim konuları arz edeceğim.
Rabbimize hamdolsun ki biz yavaş ve istikrarlı bir şekilde her gün büyüyen, genişleyen ve güçlenen bir aileyiz. Birçok yazımda ifade ettiğim gibi bütün bu güzelliklerle birlikte eşyanın tabiatı gereği bir o kadar da olumsuz durumlara muhatap olabiliyoruz. Bizler İLAHİ FARKINDALIK dediğimizde bazı insanların veya ekollerin düşmanlığını ve nefretini de üzerimize çekiyoruz. Bu durumda bizim yapmamız gereken saflarımızı sıklaştırıp, durumun FARKINDA OLarak birlikte stratejiler geliştirip, kararlar alıp uygulamaktır. Zira bildiğiniz bizim öğretilerimizin asıl gayesi nefsimizin ve egomuzun ötesinde ruhumuzun manevi ikliminde HAKK’IN hakikatine yönelmektir. Bu istikamet bizi halifetullah ve eşref-i mahlûkat olarak kulluk binicine ulaştıracak ve işte o zaman bütün rahmani kapılar açılacaktır. Bizim ekolümüzün genel adı bu sebepten dolayı İLAHİ FARKINDALIKTIR. Doğal olarak da bu ütopyanın ulvi amaçları vardır. Bu ulvi amaçların başında para, şan, şöhret gibi nefsani arzulardan ziyade insanlığın buhranına çare olabilecek “BÜTÜNCÜL” yöntemler, teknikler ve metotlar geliştirmektir. Rabbimize hamdolsun ki biz bu ulvi amacı gerçekleştirmiş, insanlık adına yepyeni sistemler oluşturmuşuz. İLAHİ FARKINDALIK annenin ilk oğlu Sıfır Noktası Enerjisi Matrix, İkinci evladı Manyetik Hipnoz ve üçüncü evladı HNLP’dir (Hipnotik Nöro lingustik Programming).
Değerli dostlarım, zaten çoğunuzun bildiği gibi bu genel açıklamalardan sonra içinden geçtiğimiz süreçte dünyada ve ülkemizde, genel adı kişisel gelişim, enerji hocalığı, koçluk, mentorluk olarak zikredilen alanlarda olağanüstü bir savaş sürdürülmektedir. Bu sahada sözde hizmet eden ancak genellikle nefsani dürtülerle hareket eden “hoca/ların” çoğu, “Benim enerjim senin enerjini döver” mantığı ile kendini geliştirmek yerine başkalarına/rakiplerine saldırarak puan almayı tercih ediyorlar. Bizler tasavvuf edebinden dolayı bu hususun dışında kalmayı tercih ettikçe de maalesef yılların emeği ve fedakarlığı ile ulaştığımız öğretilerimiz yağmalanmaya başlandı. Dikkat ederseniz, özellikle sosyal medya alanlarında bizden çaldıkları ile insanları sömüren ve onları istismar eden insanları fark edersiniz. Bunların sözde öğretileri “hipnotik, manyetik, kuantum, tasavvuf, matrix, bilinçaltı, zaman yolculuğu terapisi vs.” başlıkları altında güya kurnazca hazırlanmış bazı başlıklar içermektedir. Bu insanları yakından takip ettiğinizde aslında esasında bu konuda hiçbir emek sarfetmediklerini benim ve benim gibi insanların emeklerini çaldıklarını çok bariz bir şekilde görebilirsiniz. Mesela hipnotik tasavvuf, kuantum farkındalığı, farkındalıklı kuantum, kuantum bilinçaltı, manyetik kalıp gibi türetilmiş, eklenip çıkarılmış onlarca çalıntı eğitimlerle karşılaşırsınız. Bunları astronomik fiyatlara pazarlayanları da burada görürsünüz. Bu çakma ve uydurma sözde eğitimlere dikkat edilmesi ve insanlarımızın daha fazla istismar edilmesini önlemek için FARKINDALIK oluşturmalıyız.
Elbette rabbimizin HAKK ismi şerifi kendisini tecelli ettirecek ve ADL ismi şerifi ile zuhura çıkaracaktır. Ama bizler de ilmimize sahip çıkıp kanunlardaki boşlukları ihlal ederek ayar oyunları ve entrikalarla alanımızı istismar edenleri hukuki açıdan da değerlendirmeye alacağız.
Bayram ERSOY
SİLAH, ŞİDDET, VAHŞİYAT VE ÖTESİ...
Önemli bir farkındalık derneğinin yönetim kurulu başkanı olarak son zamanlarda yaşanılan silahlı bıçaklı cinayetlerin yoğunluğu canımızı çok acıtmaktadır. İnsanların çok basit sebeplerle şiddete, bıçağa ve silaha sarılmaları ve karşısındaki insanlara hiç acımadan saldırmaları birçok cihetten üzerine kafa yorulması gereken bir sosyal vakadır.
Uzunca bir zamandır bilinçaltı konusunda kafa yoran bir insan olarak, bu şiddet ve vahşiyatın çekirdek inancımızda sonradan oluşturulmuş arketiplerini biliyoruz. Özellikle televizyonlarda oynatılan bazı dizi filmlerle on yıllarca adam öldürmenin kutsallaştırıldığı yapımlarla şiddetin ve vahşiyatın temelleri oluşturulmuştur. Bana göre hiçte masum olmayan, hamasi hassasiyetlerin özellikle içine sızdırılmış silah ve şiddet olgusu topluma ve özellikle hasta ruhlu insanlara kanıksatılmıştır.
Elbette bu sosyal vakaların birçok cihetten tahlili mümkündür. Ancak biz bu yazımızda bilinçaltı yasaları hükümlerinden ve şiddetin nasıl korkunç bir virüs gibi yayıldığına dikkatleri çekmek istiyorum. İnsanlığımızdan utandığımız son tekel büfesi hadisesini bilinçaltı yasalarına göre tahlil edecek olursak; Şahısların ulaşılan ifadelerinde “Sosyal medyadan yapılan hakaretleri konuşmak için gitmiştik, bir an da kendimizi kaybettik pişmanız.” Diyorlar. Bu durumu doğru okuduğunuzda, konuşmaya bile çifter çifter silahla gidildiğini ve zaten etkisizleştirilmiş yere çökertilmiş bir insana defalarca ateş edildiğine şahit oluyoruz. Bu durum toplum psikolojisi açısından korkunç bir sonuç gösteriyor. Birileri sizinle konuşmaya gelirken silahla geliyorsa hayatınız tehlikede demektir. Bu çürümüş ve vahşileşmiş durumun hepimize yüklediği bir farkındalık sorumluluğu var. Silahlanma yarışı toplum psikolojisini ve sağlığını ciddi anlamda tehdit edecek bir seviyeye gelmiştir. Devlet katındaki sorumluluk sahiplerinin acilen bu duruma hukuki bir önlem alması şarttır. Eski bir emniyet mensubu olarak 1990 yıllardan önce silah ruhsatı almanın, bulundurmanın, taşımanın ne kadar sıkı olduğunu hatırlıyor, o zamanlara yeniden dönülmesi gerektiğine inanıyorum.
Birkaç gün önceki yazımda “Sinirlerimizin yıprandığı bu sıcak havalarda tartışmalardan uzak durmamız gerektiğini yazmıştım.” Maalesef bilinçaltımıza kazınmış, silah, bıçak tutkusu netice itibarı ile yaralamak, öldürmek vahşiyatına meyletmektedir. Elbette bu olayın birde insani, ahlaki ve itikattı yönü var. Belki de toplumsal düzelmeye buradan başlanmalı. Ancak acilen ivedilikle özellikle çocuklarımızın, gençlerimizin bilinçaltına ekilen silah, şiddet içerikli tohumlara izin vermemeliyiz. Rütük gibi kuruluşlar görev alanlarına bu husussu da dâhil etmeliler. Dizi film sektöründeki yapımcılar ve senaristler insani değerler, erdemler ve faziletler üzerine yoğunlaşmalılar.
Bu vesile ile bu şiddete kurban edilen insanlara rahmet dilerken, şiddetin her türünü nefretle kınıyoruz.
Bayram ERSOY
Farkeder Derneği Yön. Krl. Başkanı
TETBİR- TAKDİR VE LÂ FAİLE İLLALAH
İçinden geçtiğimiz bu süreçte, körleşmiş gözlerimizle tefekkür ufuklarından görebildiklerimizi daha doğrusu seçebildiklerimizi paylaşmak istedim. Rabbimizin Celali isimlerinin tecelli ettiği ve bizim “Felaket” olarak nitelendirdiğimiz ve on binlerce insanımızı kaybettiğimiz, yüzbinlerce insanımızın yaralanmasına vesile olan, sayısız evlerimizin yıkıldığı “zelzele/deprem” hadisesinin hala çok sıcak olduğu bu anlarda, öncelikle şehid oluş canlarımızın şehadetinin kabulünü rabbimizden niyaz ederken, yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyoruz.
Çok açık ve net bir şekilde ifade etmeliyim ki… Asrın en büyük felaketlerinden birisi sayılan bu hadise bana ve benim gibi düşünen birçok insana göre kesinlikle tekno ideolojik vahşi bir saldırıdır ve yapaydır. Birilerinin sabit bakış açılarına göre komplo teorisi olarak görecekleri ve gülüp geçecekleri bu vahim hadise çok kısa bir zaman içinde kendini ayan beyan gösterecektir. Ben bu bahsi burada dondurarak devletimizi ve ilgili organlarını hatta milletimizi kötüleyerek insanlarımızı galeyana getirecek sansasyonlara, provokasyonlara, çok hızla yayılan yalan haberlere edilmemesine özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ben bu yazımda saygıdeğer okuyuculara ve izleyicilere ilk satırda ifade ettiğim tefekkür ufuklarının arkasından seçebildiklerimi izah etmek istiyorum. Evet küresel hegemonik güçler geliştirdikleri çok yüksek tekno ideolojik silahları kullanarak bize ağır yaralar açabiliyorlar. Peki biz ne yapabiliyoruz? Biz, dünya tarihinde sahneye ilk çıkışımızdan bugüne kadar olduğu gibi böyle “AN”larda tek yürek olabilmeyi ve varımızla yoğumuzla hep birlikte yaralarımızı sarabilmeyi başarmış bir millet olduğumuzu tüm dünya ya yeniden gösterebiliyoruz. Ama bu yeterli mi? Elbette değil. Evvela böyle bir saldırılara karşı savunma geliştirmeli ve insanlarımızın maneviyatını güçlendirmeliyiz.
Bana göre biz millet olarak bilimsel ve teknolojik alt yapımızı yeniden gözden geçirip, öncelikle deprem ve benzeri tabii olaylara göre yeni planlamalar ve projeler geliştirmeliyiz. Bunu zaten herkes söylüyor da… Yine bana göre böylesi hadiselerden manevi olarak da dersler çıkarmamız gerekmektedir. İşte burada yüce dinimizin esasları üzerinden tasavvuf geleneğinin birikimine bakmalıyız. Karamsar ve aslından esasından çok uzak bir kadercilik anlayışından, Kuran-ı Kerimin ışığından ilahi farkındalık zaviyesinden bilimsel temeller oluşturmalıyız. Böyle olunca TETBİR-TAKDİR denklemini doğru tesis etmiş oluruz. Biz alınması gereken tedbirleri alıp da takdiri malük-ül mülke “mülkün sahibine” tevdi ettiğimizde akıllı bir kul olarak takdire razı olmuş ve LÂ FAİLE İLLALAH farkındalığının huzur diyarına geçmiş olacağız. Zira orası rıza makamının sükun bulduğu ELHAMDÜLİELLAHİ ÂLÂ KÜLLÜ HÂL. Diyerek teslim olduğumuz sükut mevkiidir. Ancak bunları hakketmemiz için önce TETBİR… sonra TETBİR ve de TETBİR…
Esselam ve de vesselam…
Bayram ERSOY
HAKK, HAKİKAT VE ADALET
HAKK, manada varlık vücudunun omurgasıdır. Mevcudun tüm uzuvları rabbimizin ilmi ile bu omurganın üzerine ilahi bir nizam ve muhteşem bir denge ile bir hakikate delalet etmek üzere tanzim edilmiştir. Bu omurganın herhangi bir şekilde zarar görmesi halinde, zararın tesiri ve etkisi nispetinde omurgaya zarar vererek dengeyi bozabileceği gibi çökertebilir de. Bu sebeptendir ki rabbimizin HAKK ismi şerifi bizim SIFIR NOKTASI ENERJİSİ eğitimlerinde bahsettiğimiz 12 portalın üçüncü boyutunda sizlere tüm veçheleri ile izah edeceğimiz KUTSAL DENGE’nin bilinmeyen alanına dâhil olmaktadır.
KUTSAL DENGE genel olarak tasavvuf terminolojisindeki İLAHİ ADALET kavramının kuantum penceresinden görülen kısmıdır. Burada çok teferruatlarına girmeden, sizlere çok basit bir şekilde rabbimizin HAKK ismi şerifinin ve onun zahirde hissedilişi ve zuhuratı olan HAKİKAT ve yine zahiren/dünyevi bir işleyiş olan ADALET terimlerinin KUTSAL DENGE ifadesi ile bizim açımızdan ifadesini anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle çok farkında olmadığımız ve arkasındaki saklı realiteyi göremediğimiz bu muhteşem sistemi yüce kitabımız kuran-ı kerime soracak olursak yüzlerce ayetle bize cevap verir ve HAKK ın nasıl bir KUTSAL DENGE olduğunu gösterir. Bu konuda en dikkate değer ayet-i kerime; Duhan Suresi, 39. ayet: Biz onları yalnızca HAKK ile yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler. Yunus Suresi, 108. ayet: De ki: "Ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayet bulursa, o ancak kendi nefsi için hidayet bulmuştur. Kim saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim." Ayetleri ile bariz bir şekilde göstermektedir.
Sevgili dostlarım, SNE. Matrix ve MANYETİK HİPNOZ uygulamalarında karşılaştığımız sorunlar veya danışanlarımızla münasebetlerimizde onların tam ve kalıcı bir sıhhate kavuşması için onların ilahi nizamdaki dengesine bakmamız ve ona göre bir çözüm yolu önermemiz bunun için çok gerekli. Bu yaklaşım sadece dini bir zorlayış değil, muhteşem bir terapi metodudur. Herkes HAKKI bilirse, üzerlerindeki HAKKI helal ettirirse ve HAKKINA HAKKI ele sahip çıkarsa huzur bulacak doğal olarak ta KUTSAL DENGEYİ sağladıkları için şifalanacak veya hastalanmayacaklar, hatta kaza/bela gibi musibetlerden (nispeten) ari yaşayacaklardır. Aksi takdirde, HAKK sahibine teslim edilmezse, asıl sahibimiz bu dünyada HAKKINI ALIR. Bildiğiniz gibi HAKK rabbimizin kendi ismi şerifidir, kimseye çiğnetmez.
Rabbimiz bizleri haksızlık yapanlardan ve haksızlığa uğrayanlardan eylemesin.
Bayram ERSOY
HAKK, HAKİKAT VE ADALET (2)
Merhaba sevgili dostlarım, doğrusu bu yazının bir seri haline geleceğini düşünememiştim. Bana özelden yazıp, telefonla arayarak irtibata geçen kardeşlerimin ifadelerinden anladığıma göre bundan önceki yazımın tam olarak anlaşılmamış, hatta yanlış bile anlayanlar olmuş. Bundan dolayı konuyu biraz daha tasavvuf terminolojisi üzerinden ama herkesin anlayacağı şekilde yeniden ele alma gereği hâsıl oldu.
Bana gelen geri bildirimlerden anladım ki… HAKK denilince sadece insanlar arasındaki münasebetten kaynaklı “KUL HAKKI” algılanıyor. Oysa yüce dinimizin kutsal kitabı kuran-ı kerim ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ın mübarek hadisleri ve yaşayarak bize bıraktığı sünnetlerinden anlıyoruz ki HAKK; sadece insanlar arasındaki bir denge olmayıp, varlığın her zerresine ilmi ilahiyile sırlayarak kodladığı BİR ve TEK liği tesis edici kendi mübarek isimlerinden biri.
Yaklaşım yirmi yıldır anlamaya, anlamlandırmaya ve kısacası idrak ederek, yaşamaya gayret ettiğim tasavvuf ilminin/geleneğinin kurucu babaları, şeyhi Ekberleri, meşayıhları rabbimizin bu ismi şeriflerini çok derinlemesine tetkik etmişlerdir. Benim büyük bir hayranlık, derin bir bağlılıkla takipçisi olduğum İbnül Arabi hazretleri başta olmak üzere ehlullahın tamamı aşağı yukarı aynı yaklaşımla bu konu üzerinde bolca eserler bırakmışlardır. Rabbimiz onlara gani gani rahmet eyleye.
Bu büyük ve kutlu mirastan bize nasip olan İLAHİ FARKINDALIK odur ki… Yüce yaratıcının varlık âlemini yokluktan/hiçlikten ilmi ilahiyesi ile VAR etmeye murad etmesi, kendisini tüm esmaları ile idrak etmemizi istemesidir. Kutsi hadiste ifade edildiği gibi; “Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.” (Acluni, Keşfü'l-Hafa, II/132) derken, Yüce kitabımız; "Ben cinleri ve insanları yalnız beni tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım."(Zariyat, 51/56) buyurmaktadır.
Yazıyı çok fazla uzatmadan, rabbimizin kendisini bilmemizi murad ederek kendi ilmi ilahiyesi ile yoktan/hiçten var ederken , ( bu derin bahsi başka bir yazımızda izah etmeye çalışalım) Varlığa esmaları yani kendi mübarek isimleri ve sıfatları ile zuhur etmiştir. HAKK ismi şerifi ile de İLAHİ NİZAMI/KUTSAL DENGEYİ ihdas eylemiştir. Şimdi buradan bakıldığında tüm varlık HAKK üzere zuhur bulduğuna göre HAKK varlığın her zerresine/atomlara hatta atom altı parçacıklara bile nüzul etmiş, kutsal bir HAKİKATTİR. İLAHİ FARKINDALIK Sıfır Noktası Enerjisi eğitimlerinde dilimizin döndüğünce izah etmeye gayret ettiğimiz ana husus budur. Buradan bakıldığında hem kuantum/yeni fizik hem de tasavvufun nasılda aynı İLAHİ FARKINDALIĞI ifade ettiğini görüyoruz. O halde HAKK sadece insanlar arasında beşeri münasebetlerden kaynaklı bir hukuk olmayıp, yukarıda da izah ettiğim gibi VAR lığın BİR liğini tesis etmektedir. Bizim cansız olarak bildiğimiz tüm eşya aslında HAKK üzere VAR edildi. Hal böyle olunca tüm beşeriyetle aramızda muazzam kutlu bir bağ var ve bu bağ HAKKIN HAKİKATİNE ve hukukuna doğal olarak da İLAHİ NİZAMA, KUTLU ADALETE dayanmaktadır. Osmanlının en büyük sultanlarından, dünyanın o andaki kutsal dengesinin en büyük unsurlarından olan Kanuni Sultan Süleyman has bahçesindeki çok sevdiği ağaçların karıncalar tarafından istila edildiğini görünce ünlü şeyhülislamı Ebu Suud ‘a nefis bir beyitle sorar; DIRAHDA GER ZİYAN ETSE KARINCA, ZARAR VARMIDIR KARINCAYI KIRINCA? Aldığı cevap aynı güzellikte bir beyit olmakla birlikte tamda konumuza örnek olacak İLAHİ BİR FARKINDALIKTIR. El cevap; YARIN HAKKIN DİVANINA VARINCA, SÜLEYMAN’DAN HAKKIN ALIR KARINCA. Tam bu zaviyeden bakıldığında oturduğumuz taşın, bastığımız toprağın, hoyratça telef edip yok ettiğimiz, hayvanlarımızın ve Vandalizm’in zirve yaptığı bir dönemde katlettiğimiz tüm doğanın bizden HAKKIN DİVANINDA davacı olacağını kesin ve net olarak bilmemiz gerekmektedir. Elbette önce insan olarak kendi aramızdaki KUL HAKKINI doğru ve net bir şekilde HAKKIN ADALETİNE uygun olarak tesis etmemiz gerek. Unutmayalım ki herkesin keyfine, zihnine ve egosuna göre bir HAKK anlayışı yoktur. HAKK BİRDİR ve yasası kesindir. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi Rabbimiz kendi ismini ayaklar altında asla bırakmaz. Kimse kimseyi kandırdım, amiyane tabirle “üttüm artık oynamıyorum” diyemez, emekler ve değerler çalınıp inkâr edilerek kar edilmez. Eninde sonunda HAKİKATİNİ/İLAHİ ADALETİNİ tecelli ettirir. Yeter ki hakkın sahibi hakkını hakka tevdi etmesin. Atomlarından ve tüm hücrelerinden/ hüvelerinden çıkarılır. Zira bu ALLAH’IN vadidir.
Rabbimiz bizleri HAKKIN HUKUKUNA VE İLAHİ ADALETİNE UYANLARDAN EYLESİN, haksızlıktan ve hakka girmekten korusun.
Bayram ERSOY
İLAHİ FARKINDALIK SIFIR NOKTASI ENERJİSİ MATRIX
Pratikte çok basit ve kolay, bir o kadarda hızlı ve etkili uygulanan SIFIR NOKTASI ENERJİSİ MATRİX’in on sekiz saatlik yoğun eğitimlerinde, binlerce kitaplardan damıtılıp, aralıksız dört yıllık bir emekle hâsıl edilerek, çok özel teknikle sizlere sunulan bu kutlu öğreti esasında çok basit üç ana esasa dayanır.
KUTSAL KALBİMİZE İNMEK,NİYET ETMEK,SALIVERMEK,
Eğitime katılan dostlarımızın bildiği gibi “KENDİNİZİ İYİ BİR OKÇU” gibi yetiştirmek, çok iyi bir şifacı olmanız için gereklidir. Kutsal kalbimize inerek iki noktayı tutmamız yay, niyetimiz ok ve salıvermemiz atışımızı/şifalanmayı gerçekleştirmemizdir. Aslında bu kadar basit ve çok etkili pratiği zorlaştıran en önemli faktör, bu güne kadar kutsadığımız ve her şeyimizle bağımlısı olduğumuz SOL BEYNİMİZ ’den kurtularak KUTSAL KALBİMİZE inemeyişimizdir.
Bu yazıda kısaca kutsal kalbimizi kuantum ve tasavvuf açısından ifade etmeye çalışacağım. Öncelikle Son yıllarda özellikle elektromanyetik ölçüm araçlarının gelişimi ile bilimsel olarak kanıtlandı ki, kalbimizin elektro manyetik enerjisi (EKG), beynimizin elektromanyetik gücünden (EEG) 60 kat daha güçlü olduğu, ayrıca kalbin manyetik alanının beyininkinden 5000 kat daha güçlü olduğu ölçülmüş bilimsel bir gerçektir.
Tasavvuf açısından kalbin önemi ve değeri birçok ayet ve hadislerde çok bariz bir işkilde ifade edilmektedir. Bunları teker teker saymadan rabbimizin “Semavat ve yere sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım." Kutsi hadiste ifade edilen anlam yeterli sanırım. Bu yüzdendir ki bizler KUTSAL KALBİMİZ terimini kullanmayı seçeriz.
Bizim öğretilerimizin çıkış noktası olan BİG BANG veya HAYY esmasının olduran, onaran, şifalandıran titreşimine rezone olabilmek için sizlere sunulan çok değerli altı inisiyasyonla/uyumlama ile çok pratik yapmak ve ACABA, BELKİ, FAKAT v.s. gibi zihinsel tuzaklara düşmeden iyi bir okçu olmayı öğrenmemiz gerek.
Bayram ERSOY
AŞKSIZ KURUYAN YÜREKLERİMİZE AŞK OLSUN
FARKINDA MISINIZ? ZamAN ırmağının acımasız sürüklenişine kapılmış, küçük bir çakıl taşı gibi sürtüne sürtüne, çarpışa çarpışa bilinen sona doğru kayıp gidiyoruz. Sürüklenirken, aşınıyor, sivriliklerimizi, keskinliklerimizi kaybedip akışa daha uygun hale geliyoruz. Akış bizi bazen sert kayalara çarptırıp daha da küçültürken, bazen çağlayanlardan savurup diplere vuruyor. Ki… OL ması gereken OL sun diye.
Bu lirik analojiyi kendi hayatımıza indirgediğimiz zamAN hemen aklımıza gelen bir itiraz olacaktır elbette. Ama biz İNSANIZ diyeceğiz. Evet, elhamdülillah ki biz İNSANIZ. Öyleyse insan olarak biz bu lirik analojinin neresindeyiz. Biz cansız, amaçsız, gayesiz çakıl değiliz. FARKINDAYIZ, bizim amacımız, gayemiz, hayalimiz, tutkumuz, hırsımız, azmimiz, kararlılığımız velhasıl insani hasletlerimiz ve değerlerimiz var. Eyvallah.
O halde bütün bu özellikleri tek kelimede “fıtratta” toplar isek; fıtratımıza göre yaşamalıyız. Bütün bu tutkuların, arzuların, hırsın, azmin, kararlılığın kısacası dünyaya tutunduğumuz her şeyin başına SEVGİYİ koymalıyız. KOŞULSUZ/ŞARTSIZ sevgiyi. Acaba sız, fakatsız, lakin siz, beklentisiz saf ve ter temiz, KUTSAL KALBİMİZİN ilahi pınarlarından aktığı gibi. Yani kısacası SEVMELİYİZ. Ama her şeyi, her şeye rağmen sevmeliyiz. Yani Mekkeli bir yetimin aşkı ile Yunusça, Mevlana’ca AŞK ile CÜMLE YARADILANLARI YARATANDAN ÖTÜRÜ SEVMELİYİZ. Sevebiliyor muyuz? ??? Eyvallah.
Çakıl taşından farklı isek, İNSAN olduğumuzun FARKINDA isek, CÜMLE YARATILMIŞLARA BİR GÖZLE BAKABİLMEYİ öğrenmeli, içimize sindirmeli, ruhumuza giydirmeliyiz ki… Eyvallah.
AŞK sız kuruyan yüreklerimize AŞK OL sun. İnşallah. Vesselam.
Bayram ERSOY
SNE. MATRİX VE ZAMAN YOLCULUĞU
Tüm varlığı VAR eden yüce yaratıcının sayısız güzel isimlerinden sayılan Ed dehr; evvel ve ahir olan isimleri ile birlikte kendisinin münezzeh olduğu başlangıcı ve sonu olan beşeriyete ve insana göre kendi ilmi ile lütfettiği zamAN algısına SNE. Matrix açısından bakacağız.
Bizler ve içinde yaşadığımız bu âlem; aciz idrakimizle algıladığımız üç boyutlu realite ile sınırlı, saniyede üç yüz bin kilometre hıza göre dizayn edilmiş, duyusal yeteneklerimizle ( beş duyu) belli bir ömür için yaşamımızı sürdürdüğümüz, dünya dediğimiz bir durak. Elbette VARLIĞI bu sınırlı ve aciz idrak ve yeteneklerimizle tam olarak bilmemiz mümkün olamaz. Bu sebeptendir ki insanoğlu var olduğu andan beri kendi tekâmülü içerisinde bu muammayı çözmeye çalışmaktadır.
İLAHİ FARKINDALIK Sıfır Noktası Enerjisi penceresinden bakıldığında, insanoğlu zamanı kendisine tayin edilen ezel-ebed, evvel-ahir gibi akli bir düzlemde yaşarken; yaşamın içinde dün-bu gün-yarın, geçmiş-şimdi(an)- gelecek akışının içinde AN (şimdi) paradoksunu doğru şekilde yönetmekte hep sorunlar yaşamıştır. Zira çoğumuz geçmişte yaşadığımız bir sorunu, travmayı veya trajediyi “geçmiş” olarak kabul etmeyerek şimdiye (an) a taşıyıp onunla ömür boyu yaşamayı seçmekteyiz.
Günümüzde bu modern çağda bile insanların çoğu bu geçmiş-gelecek paradoksunda AN’ın (şimdi) çok kıymetli yerini idrak edememektedir. FARKINDA OL madan çoğumuz yaşamın tamamını geçmiş ve gelecekten ibaret sayıyor, ŞİMDİ nin AN’ın mucizevi kudretini ıskalıyoruz. AN’ı ya geçmişin karanlık ve acı hatıralarına veya geleceğin korkunç endişelerine feda ediyoruz. Oysa AN (şimdi) geçmiş-gelecek gibi tüm zamanların anasıdır. Geçmişte yaşanılan olumsuz bir hadisenin veya acının bizim şimdiki yaşamımıza sirayetini çoğumuz bilmiyoruz. Oysa yine değerini ve önemini bilemediğimiz çok değerli hazinemiz bilinçaltımızın anayasasının birinci maddesi; bilinçaltı, geçmişi-geleceği bilmez.
O hep AN’da yaşar ve sizin geçmişte yaşadığınız bir olayı hatırladığınızda onu “ŞİMDİ” olarak algılar. Böylece metabolizmanın varlık sebebi sayılan, kadim yasasının SAVAŞ veya KAÇ emri gereğince, adrenalin, kortizol ve noradrenalin gibi hormonlarımızın gereksiz yere salgılanmasına sebep olur. Bizi korumak ve yaşamımızı sürdürmemiz için gerekli olan bu hormonlar zaman içinde aşırı dozda ve gereksiz yüklenmelerde hayatımızı tehdit etmekte ve hastalıklara sebep olmaktadır.
Bizim Sıfır Noktası Enerjisi Matrix eğitimlerinde insanlara öğrettiğimiz ve çok değerli inisiyasyonla uyumladığımız, “Zaman Yolculuğu” öğretisi, özellikle geçmiş travmaların çözümünde mucizevi sonuçlar aldığımız bir yöntemdir. Bu yöntem hipnozdan ve manyetik hipnozdan farklı olarak, “şimdi” de yaşadığımız bir sorunun, hastalığın veya bize zarar veren bir inanç kalıbının temelini teşkil eden, çekirdek inancımızdaki olumsuz anısını bulup, o düğümü zamanın ilerisine veya gerisine çekerek en güzel bir AN’ına taşıyıp normale döndürmek. Burada birçok teknik muazzam bir bütünlük içinde işlemekte ve mucize sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bu işlem kesinlikle reglasyon olmayıp, tamamen inisiyatik bir dokunuşla yaşamımızı karartan düğümlere yönelik rahmani bir işlemdir.
Bu değerlendirmelerin ardından, unutmayalım ki…
GELECEĞİ GEÇMİŞİN KARANLIKLARINDA ARAMAK NE KADAR ABES İSE, GEÇMİŞİ GELECEĞE GİYDİREREK YAŞAMIMIZI ENDİŞENİN ÖLDÜRÜCÜ ZİNDANINA HAPSETMEKTE O KADAR TEHLİKELİDİR.GEÇMİŞİ YOK SAYMADAN, SADECE İBRET OLMAK İÇİN, TECRÜBELERİMİZİ AN’DA DEĞERLENDİREREK ŞİMDİ’NIN DOYUMSUZ HAZZINI YAŞAMAK VE FARKINDA BİR GELECEĞE BASAMAKLAR OLUŞTURMALIYIZ.UNUTMAYINIZ… “MÜMİN’İN İKİ FELAKATİ VARDIR. BİRİ KEŞKE, DİĞERİ ACABA.” HZ. MEVLANA.KEŞKESİZ(PİŞMANLIK) ACABASIZ (ENDİŞE) ÇOK VERİMLİ BİR HAYATI KURMAK BİZİM KENDİ ELİMİZDE.SEÇİMİMİZ “ ŞİMDİ (AN)” OLSUN. “ŞİMDİ” MUTLU, HUZURLU, SAĞLIKLI VE FARKINDA OLMA ZAMANIDIR.
هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِحِينٌ مِّنَ الدَّهْرِ لَمْيَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا
Yüce Kitabımız kuran-ı kerim’de insan suresi 1. Ayette; “Gerçekten insan üzerine, o uzun devirden öyle bir zaman geçti ki (o, henüz) anılan bir şey değildi.”
Bayram ERSOY
İLAHİ FARKINDALIK SIFIR NOKTASI ENERJİSİ VE TASAVVUF
Merhabalar sevgili dostlarım. Bu yazımızda da sizlere İLAHİ FARKINDALIK SIFIR NOKTASI ENERJİSİNİN iki ayağından birisi olan tasavvuf konusundan bahsedeceğim. Bildiğiniz gibi daha önce defalarca bahsettiğimiz bu hususu yeni gelişmeler ve sıkça sorulan başka türlü sorular istikametinde yeniden ve çok net ir şekilde ifade etmeye çalışacağım.
Sevgili dostlarım öncelikle tasavvuf terimi, kimin için ne anlam ifade ediyor? Ben bu hususta ne düşünüyorum? Sorularının cevabı ile başlamam gerekirse; son zamanlarda maalesef kirlenmeye başlayan ve amiyane tabirle çaya çorbaya limon gibi her yerde, herkes tarafından kullanılan, istismara çok açık ve maalesef dünyalı bir sahibi olmadığı için ticari bir meta haline dönüştürülen tasavvuf kelimesinin bildiğim kadarı ile yüzden fazla tarifi var. Ancak benim çok sevdiğim birkaç tarif bizi aydınlatır sanıyorum. Tasavvuf, kalp ilmidir. Tasavvuf. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ve ashâb-ı kirâmın vecd içinde yaşadığı “takvâ hayatı”dır. Tasavvuf, Cüneyd- i Bağdadi nin tarifi ile Allah’ın, seni sende öldürüp, Kendinde ebediyen diri kılmasıdır.
Tasavvufun asıl anlaşılması gereken zahir olarak ifadesinden ziyade batınen hissedilişi ve “hayatiyeti” yaşanışıdır. O halde aklımıza hemen bir tasavvuf ehli “mutasavvıf” nasıldır? Dünya’ya, hayata, olaylara velhasıl her şeye duruşu, bakışı, yaşayışı ”ameli” nasıl olmalıdır? Gibi onlarca sorunun tek bir cevabı vardır. Peygamber efendimiz Hazreti Muhammet Mustafa s.a.v. gibi. Yaşayan bir kuran-ı kerim. Yürüyen bir derya, bir edep abidesi, güzel ahlak timsali v.b. bütün güzel hasletlerin tek temsilcisi. Elbette onun ayağının tozunun tozu alabilmek belki mümkün değil ama ona kalben bağlı bir ümmet olabilmeye gayret etmek yeterlidir.
İLAHİ FARKINDALIK SIFIR NOKTASI ENERJİSİ tasavvufu ve onun on dört asırdan fazla geleneğinde biriken akıllar ötesi bilginin kutlu bilgelerinden olan Abdulkadir Geylani ve İbnül arabi gibi irfan ummanının iki derin dalgıçlarının bizlere tasarrufları ile morfik alanlarından sundukları çok değerli yüce bir bilgelik okuludur. Zira Özellikle Abdulkadir Geylani Hazretlerinin mübarek hayatları incelendiğinde bütün ehlullahın içinde çok özel ve değerli bir tasarrufa sahip eşsiz bir hikmet ehlidir. Zira kendisine yirmi beş yıllık Basra harabelerindeki uzletinde, varlık bilincine ve varlığın kendisine ait tüm bilgiler, dünyevi her şey verilmiş olmasına rağmen kabul etmeyip, edep ederek rabbimize sığınınca rabbimiz ona KÜN emrinin sırrını vermiştir. Ki… bu sır mevcudatın tüm vücudunu ve mevcudunu kapsayan akıl ötesi bir tasarruftur. İbnül arabi hazretlerine gelince ona da rabbimiz Efendimiz s.a.v. aracılığı ile hem zahir bilimler, hem de batının yedi batını verilmiş, bu gün eserlerinden çıkarılan birçok hakikatin bilim dünyasınca ve özellikle kuantum bilginleri tarafından hayretle ispat edilmektedir.
Yazıyı çok fazla uzatmadan, rabbimizin bize sevdiği kulları vesilesi ile ikram ettiği bu kutlu pınar, sonsuz ve sınırsız bir okyanusa bağlı unutmayalım lütfen. Hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum.
Bayram ERSOY
ENERJİ ANLAMINDA İLAHİ FARKINDALIK SNE. MATRIX
Son zamanlarda özelliklede son bir aydır bizi arayarak İLAHİ FARKINDALIK SNE. MATRİX ve MANYETİK HİPNOZ konularında bilgi almak isteyenlerden ve bizim eski yol arkadaşlarımdan sıklıkla duyup oldukça rahatsız olduğum bir hususta açıklama yapmak zarureti hâsıl oldu. Çok kısa ve net ifadelerle tüm dünyaya ifade ediyorum ki; bizim öğretilerimizin hiçbiri herhangi bir organizasyona ait veya bağlı değildir. Sarsılmaz ve çok güçlü bağlarla bağlı olduğu tek organizasyon rabbimizin rızasıdır. Öyle ki onun izni olmadan, onun rızasına muhalif hiçbir eylemimiz, davranışımız hatta düşüncemiz olamaz.
Bu cümleden olarak yaklaşık 20 yıldır sayısız defa tekrarladığımız ilahi bir akidi ve ahdi bizi okuyan tüm insanlara bir daha rabbimizin huzurunda yeniden beyan ederim ki. Bizi sözümüzün, ahdimizin ve manevi akidimizin ötesinde, dışında ve aykırı bir durumda ne zaman görürseniz lütfen hiç çekinmeden bu satırları bize hatırlatarak dikkatimizi çekiniz.
Bu sözden sonra son olarak tekrar altını çizerek belirtmeliyim ki, gerek İLAHİ FARKINDALIK SNE. MATRİX gerekse bizim hakkımızda bizden duymadıklarınıza inanmayınız. Eğer kafanız karışıyorsa lütfen buradan yazarak sorun tüm samimiyetimizle hiçbir şeyi saklamadan, eğip büküp değiştirmeden olduğu gibi anlatırız. Biz asla herhangi masonik veya başka organizasyonların bir parçası değiliz. ALLAH’ ın izniyle de olmayız. Hiçbir şekilde bir ENERJİ TANRIYA TAPMIYORUZ. Bizim tevhit dediğimiz vahdet-i vücut dediğimiz şeyle bu tür kabalist yaklaşımları benzeştirenler bizim kanatlarımızdan birisi olan tasavvufu tanımayıp, taassupla karşıtlarınlar veya kasıtlı olarak iftira atanlardır.
Biz insanların düşünce, görüş, inanç ve itikatlerine sonsuz saygımız var. Kim neye inanıyor, kim ne ile mutlu oluyorsa onunla amel etmek hakkına sahiptir. Bizim derdimiz, bizi bu türden oluşumların içine sokup, öğretilerimizin terimlerini ve isimlerini kullanarak zaten SIFIR NOKTASI ENERJİSİ ve MANYETİK HİPNOZDA aynı demek sureti ile bizi asla kabul edemeyeceğimiz bir yapının içinde gibi gösterme gayretleridir. Dikkatlerinize arz ediyorum.
Bayram ERSOY
SNE.MATRIX ENERJİSİNİN PRATİKTE KULLANIMI VE YAŞAMIMIZA KATTIKLARI
Bu konu ile ilgili belki de ondan fazla makale yazdım ve yayımladım ama gelen istek ve talep üzerine yeniden ve bu sefer biraz daha net ve kesin ifadelerle bu konuyu yeniden anlatmaya çalışacağım.
Sevgili dostlarım, her eğitimde, seminerde, konferansta; kısacası her vesile ile dile getirdiğimiz gibi SIFIR NOTKTASI ENERJİSİ MATRİX “sadece” bir şifa enerjisi değil varlık âleminin tüm hikmetlilerini idrak edebilmemiz için açılan kutlu bir kapıdır. Biz buna İLAHİ FARKINDALIK diyoruz. Eğitimlerde sizlere sunulan altı çok değişik inisiyasyonla, dünya realiteleri ile duyusal olarak algıladığımız bilinç seviyemizin çok ötesinde; aslında rabbimizin doğuşta bizlere kendi ilmi ile lütfettiği ancak bizim “olağanüstü” olarak algıladığımız birçok manevi yetenek yeniden açılarak yaşamlarınıza dâhil olmaktadır.
Burada sorun; bizler genellikle bizlere sunulan bu çok değerli armağanın farkında olmuyor, onu nereye koyup, hayatımıza nasıl enteğre edeceğimizi bilemiyoruz. Veya kendimizi bu duruma uygun bulmuyoruz. “ben kimim ki?” diyerek zihnimizin tuzağına düşüyoruz. Bu ve buna benzer birçok sebepten dolayı bizler eğitimden hemen sonra maalesef bizim üçlü imparator olarak nitelendirdiğimiz “ZİHİN, EGO, NEFS” tuzaklarına düşerek, yeniden dünyalı birer insan olarak sadece günü kurtarmanın derdine düşüyor veya bu paha biçilmez değerlerimizi bir kenara koyarak ancak ihtiyaç hâsıl oldukça müracaat ediyoruz. (dolaptaki ilaç gibi).
Oysa olması gereken öncelikle, aslında bizim yitik malımız olarak kabul etmemiz gereken bu paha biçilmez hazinemize sahip çıkmamız, onu “acaba, belki” gibi tereddütlerle değil, tam bir inanmışlık ve adanmışlıkla sahiplenerek, içtiğiniz sudan, yediğiniz yemekten tutunda ibadetlerinize kadar, hayatınızın her AN’ına ve yerine işlemeniz gerekmektedir. Tamamen rahmani bir kaynak olan ve SIFIR NOKTASINDAN fışkıran bu kutlu pınar, ancak siz onu fark edip te sahiplenerek kullandığınız zaman sizin hayatınızda gerçek manada olumlu ve faydalı “olağanüstü” şifalanmalarla birlikte değişim ve dönüşüme sebep olacaktır.
Bu cümleden olarak son söyleyeceklerim, gerçekten dünya değerleri ile değerlendirilmeyecek kadar değerli ve anlamlı bu öğretiyi hayatınızın her alanına katın. Ve insanlara tüm kâinata olumlu katkılarda bulunun, karşılığını da maddi yönden alın. Vicdanınızı ve “KUTSAL DENGEYİ” esas alarak aldığınız her kuruş emin olun ki sizin en bereketli ve en helal kazancınızdır.
Sorularınızı çekinmeden yazın lütfen.
Sevgi ve saygılarımla…
Bayram ERSOY
SAVAŞ PARANOYASI VE AYÇİÇEK YAĞI
İnsanlık âlemi olarak biliyoruz ki, tüm Dünya’da son günlerin en önemli gündemi Rusya-Ukrayna savaşı. Aslında “savaş” kelimesi bu adil olmayan vahşi durumu ne kadar ifade eder bilemiyorum. Elbette bu asırda savaşında bir hukuku, gerekçesi ve adaleti olmalı. Bu çirkin istila hareketini birçok cihetten incelemek, analiz etmek, değerlendirmek ve yorumlamak mümkün. Zaten bunu yapanda çokça “bilmiş” insanlar, elbette ki eli öpülesi gerçek uzmanlarda mevcut. Bende her insan gibi bu adil olmayan çirkin ve kirli istila hareketinin bir an ön ce bitmesini; özellikle “masum çocukların” ve suçsuz insanların, kadınların ölümlerinin nihayete ermesini temenni ediyorum.
Benim bu husustaki değerlendirmem, misyonumuz olan İLAHİ FARKINDALIK zaviyesinden gördüğüm çok farklı durumlar üzerinden olacaktır. Bu çirkin hadiseye İLAHİ FARKINDALIK penceresinden baktığımızda gördüğüm ilk şey, insanlık âlemi olarak bizim hala vahşi ilkellikten kurtulamadığımız gerçeğidir. Buradan bakıldığında bu vahşiyatın son geldiği nokta insanlığın kadim tarihinde rastlanılmamış bir acımasız pervasızlıkla insanların topluca öldürülmesi ve yaşam alanlarının en ağır bombardımanlarla yok edilmesidir. Bu hali hiçbir gerekçe telafi edemez. Doğal olarak ta bu etkinin komşumlar başta olmak üzere tüm Avrupa ve dünyamızı olumsuz yönde etkilemesi ve nerede duracağının bilinememesidir. En acısı da şu an çok bilmiş abilerin ve genel olarak ta insanlık aleminin dikkatini çekmeyen ve sonuçları asırlarca sürecek olan oluşturulan psikolojik travmadır. Bu mevcut durumu burada dondurup da yine hasta ruhlu insanların yıllar önce kendi egolarını ve hasta ruhlarını tatmin etmek ve sultalarını vahşi bir baskı ile kabul ettirmek için başlattıkları Suriye başta olmak üzere tüm Ortadoğu’yu kan gölüne döndüren savaşların batı başta olmak üzere dünya insanlığının görmemesi gerçeğidir. Bu trajik farkındalık, batı dünyasının meşhur TV kanallarının ünlü savaş spikerlerinin farkında olmadan sarf ettikleri “onlar Suriyeli veya Iraklı insanlar değil renkli gözlü sarışın çocuklar” yorumlarda ayan beyan ortaya konulmuştur. Yeniden “psikolojik travmaya” dönecek olursak şu anda anne karnında olan bebekler dâhil, bu korkunç olayın mağdurlarının bilinçaltlarında tarifi ve telafisi mümkün olmayan çok trajik bir incinmişlik var. Ömrünü bilinçaltının önemini ve değerini anlatmaya vakfetmiş bir insan olarak oralarda neler olduğunu çok iyi biliyorum. Bana göre bu savaş en kısa zamanda mutlaka bitecek. Ancak hasta ruhunun, tatminsiz egosunun kurbanı olan ve tüm insanlık âlemine onarılmaz yaralar açan despotların kestiremediği akıllara durgunluk verecek, nesiller boyu sürecek asıl savaş zihinlerde ve ruhlarda devam edeceğidir. Şu an annesinin karnında onun korkunç duygularına gark olmuş ve belli bir süre sonra doğacak bebekler başta olmak üzere tüm mağdurların ömürleri ve onların nesillerinin bilinçaltında kin, nefret ve intikam duygusu ile nesiller boyu sürecektir. Dünya insanlığının bu korkunç travmayı atlatması çok kolay olmayacak belki yüzlerce yıl atadan evlada bir “düşman” profili olarak miras kalacaktır.
Bu hakikat aklı eren herkesin tahmin edebileceği bir durumdur. Şimdi bu hususun bize yansıyışına ve doğal olarak “Ayçiçek yağına” nasıl sirayet ettiğini İlahi farkındalık zaviyesinden değerlendirelim. Toplumların milletlerinde insanlar gibi hafızalara vardır. Bütün milletlerin dünya insanlığının da “kolektif bilinci” ortak hafızası vardır. Biz Sıfır Noktası Enerjisi ve manyetik hipnoz eğitimlerinde “Morfik alanlar ve Morfik rezonanstan” bahsediyoruz. Bizim millet olarak ortak hafızamızda bir “kıtlık bilinci” mevcut. Üç kıtaya hükmeden bir imparatorluk bakiyesi olarak yüzyıllarca maruz ve mağdur olduğumuz savaşlarda kaybettiğimiz talihsiz nesillerin çocukları, torunlarıyız. Yukarıda bahsetmeye çalıştığım hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bilinçaltımızda korkunç bir savaş sendromu hala mevcut. Bu hakikat kıtlık bilinci ile birleşince dehşetli bir biriktirme, toplama kısacası stokçuluk yapma eğilimine hazır hale getiriyor. Biz dedelerimizin verdiği savaşın hala mağdurlarıyız ama farkında değiliz. Zira tekrar söylüyorum, bilinçaltı denilen o muhteşem yapı hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz. Bu hali bizden çok daha iyi bilen zihin mühendisleri, bilinçaltı programcıları ve karanlık dünyanın vahşi neferleri esasında bizim duygularımızı bombardımana tutarak kendi kirli amaçları, karanlık ideolojileri, her şeyi mubah sayan ahlaksız ticaret anlayışları ile bütünleştirerek bize karşı kullanıyorlar. Ki… Asıl savaş bu cepheden kazanılıyor. Bizim milli hafızamızda kayıtlı, kıtlık bilinci, stokçuluk ve hatta karaborsacılık gibi insanlık suçu sayılacak kadar önemli duygular hortlatılarak, her zaman yaptıkları gibi korku, endişe, panik oluşturup, toplumsal bir infiale ve kaosa sürüklenmek isteniyor. Bizim aklı başında insanlar olarak asıl fark etmemiz gereken husus tam da budur. Ayçiçek yağı bahane maksat kaos ve kargaşa çıkarmak. Yarın başka bir gıda maddesi malum çevrelerce servis edilecektir. Bu kirli ve tehlikeli oyunlara dikkat edip. Sosyal medya da ve medyada bu maksada matuf haberlere, görüntülere ve bunların arkasından koşan spikerlere programcılara ve yapımcılara baktığınızda hakikati fark edeceğiz. Ayçiçek yağı stokçuluğundan, karaborsasından kazanılacak para onları zengin etmeyecek, böyle yapanlar en değerli varlıklarını; ruhlarını şeytana hibe ettiklerini er geç anlayacaklardır.
Bu konu çok daha farklı cihetlerden incelenmeli ve insanlarımızın kolektif bilincine yapılan ve yapılacak olan kanlı müdahalelere karşı önlemler alınmalıdır. Ön önemli ve değerli müdahale insanlarımızı bilinçlendirecek TV. Programları yapılmalı. Her şeyi bilen abiler birazda bu hususta kafa yormalılar. BİZİM BİLİNÇALTI ZİHNİMİZ KİMLERİN KONTROLÜNDE.
Esselam ve de vesselam.
Bayram ERSOY
SOSYAL MEDYA KÂHİNLERİ VE BİZ
Değerli dostlarım, uzunca bir aradan sonra yine bir yazı ile sizlerin huzurundayım. Esasında yazacak olduğum hususta birde video çekmeye niyet ettim ama bildiğiniz gibi ben yazmayı daha çok seviyorum. Zira inanmışım ki; her ne kadar okuyan olmasa da söz uçar, yazı kalır.
Bu gün sözü çok uzatmadan sizlere hepimizi çok yakından ilgilendiren adeta hayatımızın merkezini işgal eden genel tabiri ile “sosyal medya” mecrasındaki maceramızdan bahsedeceğim. Neredeyse insanlığın tamamını kapsayan bu mecradaki maceramız artık bizim kontrolümüzde değil. Bana göre sadece planlayıcıların bildiği bir akıbete doğru sürüklendiğimiz bu majik kanalda neler olup bittiğine birde farkındalık zaviyesinden bakalım.
Özellikle “pandemi” döneminde insanların evlerine hapis ediklerinde, internet ve diğer teknolojilerinde nimetlerinden faydalanılarak, olağanüstü bir gelişim gösteren (!) bu çılgınlık, birçok yeni sektörün doğmasına, birçok insanın yeni meslekler edinmesine bile vesile oldu. Evinde, mutfağında yaptığı yemeklerin videolarını çekerek paylaşan hanımlardan tutun da darbuka dersleri veren beyler bize pandeminin armağanları sayılabilir. Özellikle bizim insanlarımızın “keskin zekâsı” bu süreci fırsata dönüştürmekte çok başarılıydı.
Bu genel girizgâhtan sonra asıl dikkatinizi çekmek istediğim konuya gelince, bu husus maalesef turşu tarifi veya darbuka dersleri kadar masum değil. Özellikle kendi youTube kanalları olan ve yıllarca bazı alanlarda “uzmanlaşmış” on binlerce takipçisi olan kamuoyunda iyi intiba bırakmış programcı hocalarımızın programlarını izlediğinizde sizlerde büyük bir ihtimalle benim gibi sinir zafiyeti geçiriyor olabilirsiniz. Zira konu genellikle insanların merakını celbeden başlıklar altında başlayıp, sonra coşkun seller gibi çığırından çıkıp taşkın haline gelip. Önüne gelen değerleri ve inançları sürükleyip büyük bir tahribata sebep olabiliyor.
On yıllardır destursuz bu alemin içinde “fenomen” olmuş bu abiler; “Ben” diye başladıkları cümlelerinde; geçen yıl şöyle demiştim, bakın kehanetim nasılda gerçek oldu. Beş yıl önceden ben bu günleri görmüş, kitabımda ima etmiştim ( kendince kendi kitabından çıkarma yapıyor) ben, ben…ben…… En iyi kâhinim. Bu abilerden onlarcasının birleştiği tek ortak nokta var. 2023 yılı ve sonrasında neredeyse kıyameti koparmaları. Ağız birliği etmişçesine hep aynı nakaratı bağırarak tekrarlamaktalar. Depremler, sel baskınları, orman yangınları, küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri, dünya savaşları, açlıklar, kıtlıklar, susuzluklar hatta hızını alamayıp kutup taklası attıranlar bile var. Bu kerameti kendinden menkul “hocaların” bazıları çok eski devirlerde İslam alimlerinin yazdığı kitaplardan akıl ötesi çıkarımlar yaparak, tuhaf ve komik günceller oluşturuyorlar. Bunların bir kısmının yirmi civarında kitabi bile var. Bu amcalar sadece youTube da değil bazı TV. Programlarında da aynı feleklerin tellallıklarını yapmaya devam ediyorlar. Bunlardan bazıları son günlerin en çok tartışılan ekonomik durumunu önceden kestirdiklerini beyanla hiçbir ekonomistin aklına gelmeyen çılgın öneriler sunarak ülkemizi ve dünyayı kurtarabileceklerini beyan etmekteler. Sosyal medya fenomenlerinin en dikkat çeken ve en çok izlenen bir başka grubu da okültizm, ezoterizm gibi gizemli, sırlı birçok akımın çokbilmiş hocaları. Bunlar genellikle nedense Annunakilerden ve Sümer tabletlerinden başlattıkları mevzuu döndürüp dolaştırıp kutsal dinlere bağlar ve özellikle kuran-ı kerimin bazı ayetlerini o tabletlerde yazılanlarla(!) benzeştirerek orada bırakırlar. Bu hocalar kendilerini izleyen veya dinleyen insanların inanç dünyasına ektikleri şüphe tohumlarını bilmiyor olamazlar.
Sosyal medya veya genel olarak medya dünyasının kontrolsüz ve disiplinsiz akışına dâhil olan siyasi, ekonomik, dini ve gizemli bütün programcıların ortak noktalarından birisi de bu hocalarımızın her şeyi ama her şeyi çok iyi bildikleridir. Çok ilginç son zamanlarda çokça irdelenen ve birçok programcının gündeminde defalarca tartışılmış olan The economist dergisinin kapağındaki çizimlerin dünyayı karartan kehanetleri. Bizim çok akıllı keskin zekâlı hocalarımız oradaki sırları hemen çözüyorlar ve bizler 2023 ten sonra yeryüzünden siliniyoruz. Bu garabet programlardan birini izlemeye başladığınızda annunakilerle başlayan bir konuşma bir anda kuran –ı kerim tefsirine, mealine oradan da ekonomik bir reçeteye, hatta soğanın suyundan sarımsağın sapından yapılmış kansere deva bir ilaca kadar evirilebiliyor. Çünkü abimiz bilinen, bilinmeyen her ilme vakıf. Ancak nasılsa tüm kestirimlerinin bilgilerinin, öngörülerinin hatta kesin olarak hesapladığı sonuçların tamamı felaket.
Bu trajikomik durumu o kadar kanıksamışız ki adeta bir mazoşist gibi bunları izleyerek kendimize zulmettiğimizin, ruhsal çöküntülere sürüklendiğimizin farkında bile değiliz. Tuhaf bir şekilde yalan, yanlış olduğunu hiçbir gerçeğe dayanmadığını bildiğimiz halde bu programları izliyor, hatta çocuklarımıza izletiyoruz.
Burada hemen belirteyim ki… Yukarıda zikrettiğim bütün hususların gerçekten önemli birer değer olduklarına inanıyorum. Ancak bu çok önemli hususlar konunun gerçek uzmanları tarafından veya onların katıldıkları programlarda anlatılsın. Elifba yı bilmeyen bir insanın kuran-ı kerim tefsiri yapması, fiziği bilmeden metafizikçiyim diye kendilerince unvan edinmeleri ve sonuçta hep olumsuz ve öngörülerle felaket tellallığı yapanların insanlarımıza verdikleri zarar tahminlerimizin çok üstündedir. Zaten zor zamanlardan geçtiğimiz bu süreçte kıyamet senaristlerine, felaket tellallarına, korku tacirlerine asla itibar edilmemeli. Bence bu gibi programlar ve programcılar bilerek veya bilmeyerek insanlarımızın inançlarına, değerlerine zarar vermekle kalmıyor, oluşturdukları korku ve panik atmosferi sebebiyle toplumsal çöküntüyü tetikliyorlar.
Biz inanıyoruz ki… İnsanlık tarihi boyunca buzul çağı dâhil olmak üzere birçok önemli badireler atlatmış ve bu günlere gelmiştir. Doğru açıdan baktığımızda HAKKın hakikatinde bu tür şeyler hep olmuştur. Olacaktır da. Bizler her şeye rağmen umut var olmalıyız. Asıl böyle zamanlarda önce kendimize sonra tüm insanlığa ve değerlerine sahip çıkmalıyız. Tarotçuların veya medya kâhinlerinin söylediği gibi ne 2023 ve sonrasında nede bilinen hiçbir tarihte böyle felaketler yaşanmayacak. Bütün olup bitenler bize birçok şey de kazandıracak. Moralimizi ve motivasyonumuzu kaybetmeyecek, yarınlara daha büyük bir coşku ve umutla bakacağız. Her yeni doğan güne gülümseyerek selam verip, hayatımıza büyük bir dinginlik ve derin bir huzur ile devam edeceğiz. Zira rabbimiz bu kâinatı zıt kutupluluk ilkesi ile yaratmıştır. Her şey zıddı ile kaim olduğundan kutsal denge gereği enropi yasası da işleyecektir.
Sevgi ve saygılarımla Bayram ERSOY
TASAVVUF VE ADANMIŞLIK
Bazı değerlerin bedeli dünyevi ölçü ve ölçütlerle ifade edilemez. Rabbimizin çok özel insanlara nasip ettiği bazı manevi ilimlerde böyledir. Bu ilmin erbabının (âlim) birinci görevi ilmi ile amel ediyor olmasıdır. Ki… Ancak o zaman “Âlim” sıfatı kendisine yakışır. Bu kişiler aynı zamanda ilimleri ile her daim imtihan halindedirler. Bu imtihanları çoğunlukla kendi nefsani yönleri ile olduğu gibi bazen de enaniyet (egoizm) ve aklın şeytani yönünü kullanarak kurulan zihinsel tuzaklardır. Belki bunlardan sonraki sıralamayı, zühde düşmek, yalnızlaşmak, sevdiklerinden mahrum edilmek v.s. sayabiliriz.
Bu çetin savaşlarda çoğu “bilge” “ (Âlim) olamamış, bir yığın bilginin altında kalıp ezilip, yok olmuştur. Tasavvuf geleneğinin bin yıldan fazla bir zamandır bu türden vakaların sayısız örnekleri olduğu gibi gerçek anlamda iman etmiş ve nefsine zühdün prangasını vurabilmiş, HAKK ve hakikat uğruna nefsi ile nefesinden korkusuzca vazgeçebilmiş, inanıp adandığı HAKKI inkâr etmemek için diri diri derisinin yüzülmesine razı olmuş, Nesimi hazretleri gibi gönül neferleri bu AŞKI ve aşığı bu güne kadar taşımışlardır.
Bu yolun yolcusuyum diyen dostlarıma hatırlatmak isterim ki … Tasavvufun bereketli sofrası tüm canlara açıktır, ama lokması HAKK etmeyene haramdır. Zira orada hallaç-ı mansurun, Nesimi’nin çileli hayatlarından damıtılmış bir hakikat vardır. Ayrıca söylemek isterim ki, her nimetin bir külfeti olacak gerçeğinden hareketle bu ilimlerin değerine göre de bir bedeli ve çilesi olacaktır. Zahmetsiz rahmet olmayacağından rahmet ancak zahmetin meyvesidir. Kısaca şunu söylemek isterim ki, adandığınız yola ne adadığınıza bakmalısınız. Nesimi hazretlerinin ayağından asılarak derisinin yüzüldüğü esnada Şeyh-ül İslam’ın fetvasından kaynaklanan ilahi bir zuhurata okuduğu beyti hatırlatmak isterim.
"Gör aşığı, derisini yüzsen seslenmez, hakk'ına razı olur.
Gör âbid'i parmağını keseyim desen, hakktan döner, kaçar."
ÇAYA ÇORBAYA “CORANA”
Bu gün sizlere konularımızı direkt ilgilendirmeyen ancak toplumsal hayatımızı derinden etkileyen ve git gide kronik bir hal alan “coronacı yaklaşımlar ve corona bahaneleri ” konusunda kısa bir analiz yapmak istedim. Zira bu hal kronik bir boyuta doğru kayarken, tüm insani erdemlerle birlikte özellikle bizim bazı değerlerimizi de aşındırmaktadır.
Amiyane bir ifade ile bir yıldan fazla bir zaman önce hayatımıza bodoslama dalıp, tadımızı kaçıran, çok değerli insanlarımızın ölümüne sebep olduğu gibi hayatımızı her alanda kısıtlayan “corona” virüsünü artık hepimiz çok yakından tanıyoruz. Bu zoraki misafir, çoğumuzun bildiği gibi esasında canlı bile sayılmayan, ancak bir canlı sayesinde var olup, üreyen ve sonuçta bizim ölümümüze sebep olan bir virüs.
Bu zoraki misafir hayatımıza dâhil olduğunda ondan korkumuz nedeniyle birçok değerlerimizden vazgeçmek, ertelemek hatta unutmak zorunda kaldık. Mesela hayatımıza “sosyal mesafe” diye bir kavram girdi. Esasında az çok gramer bilgisi olan, birazda bilinçaltı yazılımını bilen insanların hemen dikkatini çeken bu bir birine zıt iki kelimenin bir araya gelmesi tuhaf bir garabetti. Hem “sosyal diyeceksiniz, hem de “mesafe”… Biz elbette bu ince detayları düşünecek durumda değildik. Zira ölmek istemiyorduk. Oysa şeytan ayrıntıda/detayda ve ince işlerin içinde gizliydi ve şeytanlığını yaptı.
Biz mesafeleri sosyal hayatımızın tamda ortasına koyduk. Elbette hemen bahane de hazırdı. “Corona” Bu kelimeyi en çok egomuz, nefsimiz ve zihnimiz sevdi. Zira esasında hayatımızın gerçek patronu, taçsız kralı ego-nefs-zihin üçlü imparatoru tam da böyle bir bahane arıyordu. Bu ölümcül vakanın içini boşaltarak kendi işine yaradığı gibi kelimesini her şekilde kullanmaya başladı. Örnekler sayısız ve sınırsız. Buyurun birkaç tanesi;
- BÜYÜKLERİMİZİ ZİYARET EDERKEN ZATEN ZORLANIYORDUK YA… AL SANA “CORONA” BAHANESİ, ONLAR ARADIĞINDA NE DİYORUZ. VALLAHİ BABACIĞIM-ANNECİĞİM ASLINDA BİZDE SİZİ ÇOK AMA ÇOK ÖZELEDİK AMA İŞTE MALUM…….
- İŞLERİMİZİN TERS GİTTİĞİ ZAMAN, KARŞI TARAFA VERDİĞİMİZ SÖZÜ TUTMADIĞIMIZ ZAMAN… YA, ASLINDA HAKLISIN AMA CANIM BENİM İŞTE ŞU MALUM…..
- ŞU MALUM ..... BİR BİTSİN BU FAKİRİ O ZAMAN GÖR. ( Oysa çok gördük, gençliğini de iyi biliriz.)
- BU MERET ELİMİZİ KOLUMUZU BAĞLADI ARKADAŞ, KIPIRDAYAMIYORUZ Kİ... ( Zaten kıpırdamazdın, oldum olası bahanelere sığınırdın.)
- BU .... YÜZÜNDEN TIK YOK. SİFTAHSIZ DÜKKAN KAPATIYORUZ. ( Evet bu çoğu esnaf için gerçek bir serzeniş ama bazıları da bu durumu fırsata çevirerek başka şeyler yapmaktalar... biliyoruz.)
Gibi onlarca lastikli bahane Türkün keskin zekâsı ile birleşince sayısız ve sınırsız bir kullanım alanı oluşturuyor.
Hayır, hayır komik değil, tam tersine trajik bir hal. Birçok aklı başında insan bu tatsız kelimenin her yere sızmasından, özellikle bahanelerde bir araç olmasından bıkmış durumda.
Oysa bu bahaneleri sıralayan insanların davranışlarını yakından incelediğinizde asıl uyması gereken şartlara uymadıklarını, maske kullanmadıklarını, mesafeye de çok riayet etmediklerini görüyorsunuz.
Değerlerimize ve değerlilerimizi hiçbir bahaneye sığınarak ihmal etmeyelim. Her şey kuralları içinde mümkünken, bu çirken kelimenin etkisi ile imkânsızlaştırmayalım. En önemlisi de bu türden yaklaşım ve davranışları içselleştirip, alışarak, kronik bir hastalık haline getirmeyelim.
Esselam ve de vesselam.
Bayram ERSOY
BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLMAK.
Bismillahirrahmanirrahim.
“İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Ali imran 66.
Bu gün bu ayet üzerinden bir farkındalık olmasını niyet ederek bir açıklama yapmak istiyorum. Son zamanlarda elhi tarik kardeşlerimiz bizim öğretilerimizi tam olarak anlayamadan; gruplardaki paylaşım ve yazılarımdaki bence de uygun olmayan bazı ifadelere de bakarak bu öğretinin şeriata uygun olmadığını, hatta daha da ileri giderek şirke gittiğini iddia ediyorlar. Hatta bazı kardeşlerimiz, kendi su-i zanlarını daha üst seviyedeki hocalarına, mürşidlerine de tescil ettirmenin gayreti içindeler. Bunu yaparken elbette konuyu kendileri de tam ve doğru bilmediklerinden, yanlı ve yanlış bir şekilde yönlendirmeli sorularla o insanları da yanlış kararlar vermek durumunda bırakıyorlar. Böylece ellerindeki bu yazı veya ses kaydını gruplara yayarak, bizim tertemiz niyetli bir cemaate bağlı kardeşlerimizin zihinlerinde bulanıklığa sebep oluyorlar. Bu hareketin, işlemin ne olduğunu(!) ben söylemek istemiyorum.
Ben bu kardeşlerimizin de çoğunun art niyetli olmadığını biliyorum. ”Keşke” demek istemiyorum ama bu kardeşlerimiz bizlere sorsaydı diye düşünüyorum. Böyle yapsalardı , büyük günahlardan sayılan su-i zanna hatta iftiraya düşmez, çok temiz ve iyi niyetli danışılan insanları yanıltmaz, onların yanlış hüküm vermesine sebep olmazdı.
Bana göre bir insanın bilmeden, sadece kendi zannı ile başlattığı bu hareket(!) üç tane büyük günahın işlenmesine vesile olmuştur. Bu konuyu çok derinleştirmek istemiyorum. Herkesi vicdanına havale ediyorum. Yukarıda ki ayet aynı zamanda rabbimizin bize kendinden lütfettiği “vicdan” hususunda da dikkate şayandır.
Sevgili kardeşlerim, Allah’ın izniyle çok kısa bir zaman sonra elinizde bu öğretinin bir kitabı olacak. Yaklaşık dört yıldır üzerinde yoğun bir şekilde çalıştığımız bu kitap bizim tapu senedimiz olacak inşallah. Biz Allah’ın rızasına ve özgür iradeye mugayir hiçbir durumun içinde bulunmayız. Bu öğreti yüce kitabımız kuran-ı kerimin birçok tefsir ve meali başta olmak üzere, 3750 kitabın içinden yıllar süren yoğun çabalarla, imbiklerden geçirilerek ortaya konulmuş iddialı bir ekoldür. Allah’ın izniyle bu öğretinin her türlü mesuliyetini omuzlamış bir insan olarak, tavsiyem odur ki… Bizi tertemiz bir niyetle bilmek, anlamak isteyen kardeşlerimiz su-i zanna ve iftira gibi büyük günahlara düşmeden HAKK’ın hakikatini asıl kaynağından öğrensinler. Allah hepimizi nefsimizin vesveselerinden, şeytanın ve şeytanilerin şerrinden muhafaza etsin. Son satır olarak ta gruplardaki paylaşım yapan kardeşlerime hitaben; Sevgili kardeşlerim şifa rabbimizin şafi isminin bir tecellisidir. Allah kime şifayı nasip edeceğini kendi ilmi ilahiyesi ile bilir. Sizlerde/bizlerde şifaya niyet ettiğimizde Allah’ın rızasını esas alın lütfen. (ben gönderdim oldubitti.) Yanlış anlaşılacak terimlere dikkat edin.
EyvALLAH
Bayram ERSOY
DOLUNAYLI GECELER
Hayırlı geceler sevgili canlar, bildiğiniz gibi dün çok yoğun olmakla birlikte etkisi birkaç gün sürecek olan dolunaylı geceler yaşıyoruz. Rabbimizin ilmi ile dünyamızın uydusu ayın dünya üzerinde canlı cansız tüm varlıklara bir tesiri olduğu biliniyor. Bu konuda bazı kültürlerde “kurt adam” gibi birçok efsane ortaya çıkmıştır.
Dolunayın med-cezir başta olmak üzere dünyamız üzerinde olağanüstü etkileri olduğu bilinmekle birlikte bilinemeyen, henüz keşfedilmemiş başka etkileri de olduğuna inanıyorum. Özellikle insan psikolojisi üzerindeki etkisi M.Ö. den 400 yıl kadar önce Efes’e yakın İslanköy adasında doğmuş olan tıbbın babası sayılan Hipokrat’ın bile önemli tespitleri mevcuttur.
Bilinen bütün bu bilgilerden ziyade dolunay’la ilgili olarak benim anlatmak istediğim konu çok daha farklı. Bana göre dolunaylı gecelerde dünyanın radyo manyetik alanında büyük ve önemli değişimler oluyor. Frekansın yoğunlaşması nedeniyle özellikle bütün canlı organizmaların duygu durumu değişiyor. Bu değişik duygu durumları da her türlü manipülasyonlara, etkilere açık hale gelebiliyor. İşte bu sırrı bilen majik kabalist sistem bu hali kendi maksatları için çok güzel kullanıyorlar.
Belki biraz uç biraz uçuk bir iddia olacak ama, insanları ruhsuzlaştırarak, değersizleştirerek, köleleştirip tek dünya ütopyasını gerçekleştirmek gayesinde olan karanlık zihniyetler, dolunayın özellikle insanların beyin fonksiyonları üzerindeki tesirini iyi bildiklerinden dolunayın yoğun olduğu günlerde, morfik alanı tamamen ele geçirerek, morfik rezonans üzerinden sonik saldırılar, zihin kontrolleri, henüz tam olarak nasıl yapıldığı çok az sayıda insanın bildiği duygusal operasyonlar yapmaktalar. Böylece en çok faydalandıkları, endişe, korku, çöküntü, kaygı bozuklukları, atmosferini oluşturmaya çalışıyorlar.
Sevgili dostlarım, Allah’ın izniyle “tuzak kuranların en hayırlısı” onların kurdukları tuzakları başlarına çevirecek, bizler bütün bu şer odaklarına galip geleceğiz. Rabbimizin bir ihsanı olan bu güzel gecelerde bol bol dua edip, secde yapmalıyız. Bence dileklerin ve duaların kabul zamanlarından biride dolunaylı gecelerdir. Ve sıklıkla Allâhümme ehillehû aleynâ bil emni vel îmâni ves selâmeti vel islâm. Rabbî ve rabbükellâhü hilâle ruşdin ve hayr. Duasını tesbih edinin.
Bayram ERSOY
2021 KEHATENLERİ VE HAKİKATLER
Zor bir yılı bitirip, bu zorlukların ve yıkımların enkazı altında yeni bir yıla girerken; her yıl olduğu gibi yeni yıl kâhinleri bu yıl moda söylemlerine ek olarak felaket söylemlerine çoktan başladılar bile.
Yazacaklarımdan gerçekten hakkı ile astroloji bilimi ile uğraşanlar, dünyanın sürüklenmeye çalışıldığı singularıty ve benzeri yapıların farkında olan, bu konularda ciddi araştırmalar yapıp, deliller toplayan insanları ayrı tutuyorum. Onlardan şimdiden özür diliyorum.
Yeni yılın yeni kâhinleri, felaket tellallarının hiç durmadan pompaladığı konularda bilindik pembe tablolardaki aşk, para, şöhret söylemleri artık yok. Onun yerine çok daha etkili ve rantabl olan felaket senaryoları, korku, panik ve umutsuzluk fırtınaları estiriliyor. Böylece zaten diken üstünde duran gelecek kaygısı ile uykuları kaçan insanlarımıza zihinsel, duygusal ve ruhsal planda onarılması zor yaralar açılıyor, insanlarımız göz göre göre bilinçaltı operasyonlarına tabi tutularak umutsuzluk girdabına sokuluyorlar.
Özellikle sanal âlemde, ki… Aslında bu ayrı bir dert. “Sanal” kelimesi bu âlem için artık anlamsız bir söylem. Zira tam olarak hakikatimiz olan o malum bataklıkta bilinçli ve kasıtlı olarak hep bu fırtınalar estiriliyor. Donduk artık… Kamuoyunda sansasyonel söylemlerle, tahmini ve kurnazca kestirimlerle, hiçbir bilimsel hakikati olmayan iddialarla sürekli estirilen bu korku fırtınaları ile bu ateşi har daim harlayarak diri tutan kravatlı kahinler; “ 2021 YILI FELAKETLER YILI OLACAK, İŞLETLMELER, BANKALAR V.S. İFLAS EDECEK, EKONOMİ, SAĞLIK, GÜVENLİK TÜM SİSTEMLER ÇÖKECEK… DİJİTAL KIYAMET KOPACAK. KURAKLIK, KITLIK, TERÖR, İÇ SAVAŞ... v.s.vs.. Yok mu daha diyesi geliyor insanın. El insaf….
Değerli dostlarım. Elbette tüm insanlık âlemi gibi bizimde yaşadığımız bir hakikat var. Elbette tüm dünyada bazı sıkıntılar olacak. Bu bir kehanet değil görünen hakikattir. Ancak asıl felaket insanların korkularını körükleyerek dirençlerini kırıp çökerterek malum zihniyetin işini kolaylaştırmaktır. Bu bir zihinsel terörizmdir. Bilinçaltı yazılımlarını çok iyi bilen bir uzman olarak bu kadar açık söylüyorum. Yapmayın bunları. İnsanların dengesini bozmak, onların ruhsal sağlıklarına saldırıda bulunmak aslında bir suçtur. Bunu bilerek yapanlar, kimlerin değirmenine su taşıdıkları belli. Ama benim şahsen çok iyi bildiğim, samimiyetine inandığım bazı “uzman” kişilerde aynı tuzaklara düşüyorlar.
Bakın size bir söz veriyorum. İsterseniz bu yazıyı saklayın. Allah’ın izniyle insanlık bu sorunları aşacak, yukarıda büyük harflerle sadece bir kısmını yazdığım felaket tellallarının söylediklerinden hiçbirisi gerçekleşmeyecek inşallah. Zira bizler inançlı insanlarız. Yüce yaratıcı diyor ki… "Her zorluğun yanında bir kolaylık vardır." (İnşirah, 94/5) Rabbimizin indinde tüm insanlık bu güzel ayet karşısında nasiplenecektir inşallah.
Korku ve panik taciri felaket tellallarını dinlemeyin lütfen.
Bayram ERSOY
SIFIR NOKTASI ENERJİSİ MATRİX VE MANYETİK HİPNOZUN UYGULAMA ALANLARI
Merhaba sevgili Dostlarım,
Bu gün sizlere, bana son zamanlarda özellikle tevdi edilen sorulardan hareketle, Sıfır Noktası Enerjisi ve Manyetik Hipnozun kullanım alanları ile ilgili çok açık, net ve bariz açıklamalarda bulunmak ihtiyacı hissettim.
Değerli dostlarım, bizim insanlığa takdim ettiğimiz SNE. Matrix ve Manyetik hipnoz eğitimleri, çoğunuzun bildiği gibi kuantum ve tasavvuf gibi iki okyanus üzerine kurulu, çok yoğun emeklerle çileli bir çabanın ürünü. Biz bu hususa özellikle dikkat çekmek istiyoruz. Zira bize göre kuantum ve tasavvuf İRFAN OKYANUSUNA AKAN İKİ ULU IRMAKTIR DA ANCAK BİR BİRLERİNDEN HABERDAR DEĞİLDİR. Biz bu haberdarlığı sağlamaya çalışmakla bu kutlu ışığın insanlık âlemine yepyeni bir İLAHİ FARKINDALIK kapıları açacağına inanıyoruz.
Sevgili kardeşlerim, dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan birisi de, bir şeyi değerli ve anlamlı kılan unsur o “şeye” verilen emek ve katlanılan çiledir. Eğer size sunulan herhangi bir şey böyle bir işlemden geçmemiş ise, hele hele çalıntı, iyi niyetleri istismar ederek o çileli emeklerle ortaya çıkarılmış mücevherleri taklit etmekse bunun adı bellidir. HAKK ın sahibi el-alim ismi şerifi ile her şeyi bilen, el-adl ismi şerifi ile her şeyi hakkı ile bilip, adaleti ile hükmeden rabbimize sığınıp, ne zulmedenlerden olun, nede zulme razı olun düsturu ile yolumuza devam etmekteyiz.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim husus son zamanlarda bize, bizden eğitim aldığını söyleyen bazı kardeşlerimizin, bizim öğretilerimizin içinde olmayan, bizimde asla tasvif etmediğimiz birçok konu ile alakalı açıklamalarda bulunacağım.
Sevgili kardeşlerim, Bizim öğretilerimizde sizlere sunduğumuz altı inisiyasyon ve özellikle radyonikler ve radyestesi gibi hassas tüm konular bildiğiniz gibi “ALLAHIN RIZASI” ve “ÖZGÜR İRADE” Ölçütlerinde kullanılan ve kendi içinde rahmani bir disipline tabi emanetlerdir. Bunun çok iyi bilinmesini bir daha istirham ederken. Bizim yüz okuma, isim analizi yapma, astrolojik çalışmalar yapma; yazı, imza, resim fotoğraf v.s. gibi araçlarla karakter tahlili yapma, baht-basiret açma, üç harfli v.s. çıkarta, kovma, verme-alma gibi “bana göre” çok tehlikeli sularda dolaşmak gibi bir durumumuz söz konusu değildir.
Bizden eğitim aldığını beyanla bunları yapan kardeşlerimize tavsiyem odur ki bizim kutlu ışığımızı bu alanlarda kullanmayın ve adını da anmayın lütfen. Elbette bunlar teker teker önemli ilimler olabilir. Benim asla karşı değilim. Hatta tavsiye ettiğimiz kadim bilgelikten birçok öğreti de mevcuttur. Örnek olarak batılıların fizyonomi olarak isimlendirdikleri İslam âlimlerinin ilmi sima dedikleri çok özel bir ilmin bile 2 yıllık bir eğitimi olduğu söyleniyor. Yine bizim tavsiye ettiklerimizden ilmi huruf (harflerin ilmi) kuseyri hazretlerinde tutunda özellikle ibnül arabi hazretlerinin doruğa ulaştırdığı çok özel ve değerli bir ilmi bir günde çok para vererek ne olduğunu bilmediğiniz bir kaynaktan öğrenmeniz ne kadar akla uygun. Ayrıca bizim hanım kardeşlerimizin astrolojiye yoğun bir merakı var. Elbette bizimde bu hususta tavsiyemiz yine İbnül Arabi ve İsmail fakirullah hazretleri ve onun talebesi Erzurumlu İsmail Hakkı hazretleri,
Değerli kardeşlerim insan fıtraten böyle gizemli konulara meraklı olması hasebiyle bu işin tacirleri de maalesef ilmi olmamasına rağmen bu alanları istismar etmekteler. Tekrar tekrar istirham ediyorum, ilmi sahibinden alın, ilim erbabını da ancak ilmiyle amel edenlerden seçin.
Son olarak tekrar tekrar hatırlatayım, size bizden SNE. Matrik ve Manyetik Hipnoz eğitimi aldığını beyan ederek, yukarıda saydığım hususlarda terapi yapacağını söyleyenlere itibar etmeyin. Onların bizimle, bizim öğretilerimizle bir ilgisi yoktur.
Bayram ERSOY
İLAHİ FARKINDALIK AÇISANDAN ZITLIKLARIN ÖĞRETTİKLERİ.
Merhaba Sevgili Dostlarım,
Bizler, İLAHİ FARKINDALIK olarak nitelendirdiğimiz kuantum-tasavvuf temelli öğretimizin zaviyesinden baktığımızda; gece-gündüz, siyah -beyaz, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, faydalı-zararlı gibi bir birine zıt gibi gözüken her durumun ve olayın birer imtihan olduğunu görürüz. Bu zaviyeden gördüklerimizin algılanmasını sağlayan zıtlıklar, gerçeği açığa çıkaran, bir birini ifade eden ilahi bir nizamdır. Yüce kitabımız kuran-ı kerimde birçok ayette her şeyin çifter çifter yaratıldığını ve her şeyin zıttı ile kaim olduğunu ifade edilir. Bu husus sadece yaratılmışlara mahsustur. Allah vacbü-l vücud olduğu için eşi ve elbette zıddı yoktur. Bu kutsal dengenin FARKINDA OL- AN Kâmil insanlar, olayları değerlendirirken asla isyan etmezler. Onların nazarında olumsuzluk gibi gözüken her hadisenin bir ibreti, her ibretin alınması gereken bir dersi vardır. Onlar bu hale iman ederek, hakikatini bilerek “âlâ külli hâl” derler. Yine kuran-ı kerimde buyurulan: Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise senin kendi nefsindendir.”(Nisa, 4/79) ayeti” ariflerin hayat düsturudur. Bu düstur bizimde ilahi pusulamız olmalıdır.
Bir yıldan fazla bir süredir, insanlık âlemine tarihinin en ağır imtihanlarını yaşatan malum virüs, bana göre kesinlikle doğal değildir. Yine benim gibi düşünen milyonlarca insana göre tek dünya ütopyasının karanlık küresel güçleri tarafından laboratuvarlarda suni ve vahşi bir projenin ürünü olarak üretilmiş ve kendi karanlık emellerini gerçekleştirmek niyetiyle insanlığın içine salınmıştır.
Ben yukarıda arz ettiğim durumun ötesinde, özellikle İLAHİ FARKINDALIK penceresinden gördüklerimizle bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu açıdan değerlendirdiğimizde elbette nefsimize ağır gelecek ve kabul edemeyeceğimiz bir tablo önümüze konulacaktır. Bu tablo bize öncelikle, çok övündüğümüz bilimsel gelişmişliğimizin ve modern/çağdaş konforumuzun nasılda bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterdi. Canlı bile sayılmayan bir virüsün insanlığı düşündüğü bu durumu hala bir ibret olarak göremediğimizden, bu virüsü bir musibet, bir bela ve şer gibi nitelendiriyoruz. Doğrusu şer niyetli insanlar tarafından üretilen ve tüm insanlığın başına bela edilen bu “yapay” virüsün de bize anlattıklarını birazda kaybettiğimiz değerler üzerinden yeniden çerçevelememiz gerekmektedir.
Bu virüsün ilk çıktığı zamanlarda da yazmıştım. Virüs akciğerlerimize saldırıyor, oraya yapışıyor ve oradan tüm bedenimize yayılarak ölümümüze sebep oluyor. Bu çok değerli organımızın fiziksel özelliklerinden ve yapısından ziyade “enerji” açısından bu organımız sevginin, alış-verişin, adıl paylaşımın ve HAKK’ın tecellisinin yuvasıdır. Lütfen yukarıda arz ettiğimiz hususları da göz önünde bulundurarak neden akciğerlerimizle ölümcül imtihan olduğumuzu bir daha düşünün lütfen.
Bayram ERSOY
UĞUR BÖCEĞİNDEN MEKTUP
Epeyce dik bu yokuşu tırmanırken fark etti ki; bu gün beşinci gündür açtı ama hala güçlüydü. Hatta kendisini eskisinden daha diri ve hafif hissediyordu. Bir ara durdu… Tebessüm etti ve
- Çok şükür ya Rabbi… dedi usulca.
Sonra tepenin zirvesine doğru tırmanmaya devam etti. Tam zirveye ulaştığında serin poyrazın biraz sertçe dokunuşuyla epeyce terlediğini fark etti. Her zaman ki gibi o masa gibi düz beyaz taşın üstüne oturup, ufukları seyretmeye başladı. Çocukluğundan beri bu tepeden etrafı seyretmeyi çok severdi. Yolu memleketine düştüğünde, her fırsat bulduğunda mutlaka buraya gelir, ufuk çizgisindeki sisli alanlara dalar, bazen sıra dışı hayaller kurar, kendince rabbine dualar ederdi. Yaşadığı birçok önemli hadisenden sonra orada ettiği duaların kabul edildiğine inanmıştı. Belki bu yüzdendir saatlerce burada vakit geçir, kendince dualar ederdi.
Artık yaşı bir hayli ilerlemiş altmışına yaklaşmıştı. Yaşadığı fırtınalı hayat onu vaktinden önce çökertmiş, birçok hastalığa duçar etmişti. Birçok defa ölüme yakın haller yaşamış, sonunda her şeyin kendisini bilmesi yolunda birer imtihan olduğunu fark etmiş ve gerçek manada teslim olmuştu. Artık onun dünya diye bir derdi, beden diye bir bendi yoktu. Malını mülkünü hesaplamıyor, şekerini, tansiyonunu ölçmüyor, bugünü, yarını, tarihi, saati kısacası rakamları bilmiyordu. Unutmuştu. O bilmiyordu belki ama tam olarak bir terki dünya halindeydi. Kendisi için “delirmiş, şizofren” gibi şeyler söylendiğini biliyor muydu, bilmiyorum. Ama yüzünde her daim hüzünle karışık bir tebessüm gözlerinde tuhaf bir boşluk vardı. Bu hali ile anlayanlara diyordu ki size acıyorum, ben kendi halimde çok mutluyum.
Senede birkaç defa geldiği memleketindeki bu ıssız yerde uzlete çekilir, bazen bir hafta bazen daha uzun riyazet yapar, sonra normal hayatına devam ederdi. Mevsim ilkbaharın son zamanlarıydı. Bu yıl bozkıra bolca rahmet yağmış, çayır çimenler, börtü böcekler, çiçekler çok bereketliydi. Oturduğu taşın üzerinden yine ufuk çizgisindeki sıra dağların sisli eteklerine dalmışken birden yüzüne hafifçe bir dokunuş hissetti. Yüzüne dokunan bir uğur böceğiydi. Tam karşısında bir papatya kümesinin içinde bir papatyanın içine kondu.
- EyvAllah hoş geldin ey can diye seslendi. Bu beş gündür konuştuğu selamlaştığı ilk canlı varlıktı.
Zira uzunca bir zamandır uyguladığı bu riyazet içinde kimse ile konuşmama metodu da vardı. Bu yüzden, bu süre içinde özellikle insanlardan uzak durur, kendi içinde kendisi ile hemhal olurdu. Papatya çiçeğinin yapraklarının arasında dolaşan uğur böceğine biraz daha yaklaşarak daha yakından bakmaya incelemeye başladı. Birden sanki güçlü bir mercek o küçücük böceği büyütmüş, kocaman yapmıştı. Olabilecekleri tahmin ettiğinden hemen yeleğinin cebinde bulunan defterini ve kalemini çıkardı. Kendisine varlık bilincinden bilgiler getirdiğini bildiği uğur böceğinin kırmızı bedeni üzerindeki siyah noktalara yoğunlaştıkça bir an bulunduğu ortamdan, dünyadan uzaklaştığını, hakkın hakikat mertebelerine doğru yüceldiğini hissetti.
Poyraz bu zirvede epeyce sert esiyordu. Ürpertilerle kendine geldiğinde güneş batmak üzeriydi. İkindi namazı geçmişti bile…
- Eyvah dedi… Vakit çok geçmiş.
Misafiri çoktan gitmiş, üşüyen papatya yapraklarına sarılmış, büzüşmüştü.
- İşte dünya hali bu… diyerek yerinden kalktı. Üşümüştü. Yazdıklarını merak etti.
yirmi sekiz sayfa yazmıştı. Besmele çekip hepsini hayratler izinde okudu. Şaşkındı… Uğur Böceği ona çok değerli mesajlar getirmişti.
- Ey böcek sen benim pirimsin bilirim, Hakk üzere hakikati dersin, söylediklerini ben anlarım, amma bunları kimse anlamaz ki… diye tebessüm etti..
Poyraz çimenlerin arasında ıslık çalarken, gece nöbetine hazırlanan cırcır böcekleri yeni uyanıyorlardı. Tabiatın kadim ve kaim kuralları kusursuzca işlerken hiçbir şeyi incitmeden oradan sessizce uzaklaştı.
Bayram ERSOY
DERVİŞİN SERMAYESİ SABIR, TESLİMİYETİ EYVALLAH DIR.
Rabbimiz âdem a.s. çamurunu iki eli ile yoğurduğundan, İnsan hayatında tekdüzelik yoktur. O Celal ve Cemal karışımından Kemali bulma yolunda tekamül etmek üzere gönderildiği bu dünyada her daim imtihan halindedir. Bu imtihanlardan bazıları kutsal kitabımızda belirtildiği gibi, "Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele." ( bakara suresi 155) nefsimize ağır gelen mallarımız ve canlarımızla imtihan edilmekteyiz. Ayetin son kısmı çok önemli; "Sabredenleri müjdele." işte insan-ı kamil olmanın sırrı bu olsa gerek. "Sabretmek" Bizlerde ailece bu günlerde böyle bir imtihandan geçerken rabbimizin rahman ve rahim ismi şerifine sığınarak sabredenlerden olmaya gayret ediyoruz.
Genç ölümleri nefse en ağır gelen kayıplardandır. Allah cümlemizi korusun. Sebep-sonuç ilişkisi vesaire kaybı telefi etmekte çaresiz kalınca, bağrımızda harlanan kızgın koru hakka tevdi edip boynumuzu büküyoruz. Eyvalllah. Sabır denilince hakktan gelene eyvallah deyip te kuldan gelene isyan etmek elbette olmaz. Öyle oluyor ki... Bir zamanlar sizi öve öve göğün iyonosfer tabakasına çıkarıp; nefslerine ve çıkarlarına ters gelecek bir kelamınız yüzünden dünyanın en sarp kayalıklarına bırakarak parçalamak isteyenlerden tutun, Allah'dan korkmadan sizin verdiğiniz tüm değerleri bir kalemde silip, en hassas olduğunuz hususlarda size acımasızca iftara bile edebiliyorlar. Bir kere eyvallah dedik ya... Şimdi bunlar böyle diye biz Eyvallah demekten vaz geçici değiliz elbette. Zira Allah'a hamd ve senalar olsun ki büyüyoruz, büyüdükçe birileri tedirgin oluyor, olacaklar... Biz yine eyvallah diyerek yolumuza devam edeceğiz. Her şeye rağmen...Zira Eyvallah demek aslında her şeyi, her şeyin sahibine tevdi etmektir. O şaşmaz adaleti ile kim neyi hakk etmişse onu verecektir. Eyvallah.
Bayram ERSOY
İLAHİ FARKINDALIK – MUTMAİN NEFS.
İnsanın gerek toplum içindeki saygınlığı ve değeri, gerekse manevi mertebesi atalarından genetik olarak getirdiği bir özellik olmadığı gibi zenginlik, güzellik, iyi eğitim almış olmak gibi dünyevi parametrelerle de izah edilemez. İnsanın “kâmil” makamına yükselebilmesi için birilerinin icazetine, kayırıp desteklemesine de ihtiyaç yoktur. Bu AŞK’a meyletmiş salikin beklentisiz, tam bir teslimiyetle KUL OL duğunu bilmesi ve tabi olması birinci şarttır. Bu yükselişi ancak Allah (c.c.) istediği kuluna tekâmül aşamalarını birer birer yaşatarak, kabının hacmi, yüreğinin genişliği, nispetinde nasip eder. İşte biz bütün bunların toplamına İLAHİ FARKINDALIK diyoruz.
İLAHİ FARKINDALIK yolcusunun ilk dersi “kendisini bilmek”tir. Bu ders bile yıllarca sürebilir. Hatta bazı saliklerin ömürleri bu dersi ikmal etmeye yetmeyebilir. Zira bu dersin ikmali bizi tasavvuf geleneğindeki nefs makamlarından olan mutmaine ulaşmış, emniyete alınmış makamdır. Bu kutlu durağa ulaşan insan dünya planındaki yaşamında gerçek bir SAF FARKINDALIK halindedir. Her şeye rağmen rıza makamında, mutlu, huzurlu ve sakindir. Artık dünyaya dair bir gailesi, hırsı, beklentisi ve özentisi de yoktur. Elbette dünyayı boş vermiş, çalışmayan, miskin insanlar değildirler, bilakis çok daha azimli, kararlı ve çalışandırlar. Ancak tüm ameliyesi rabbinin rızası istikametindedir. Onların ellerinin biri sürekli alil, aciz, hasta, garip, gureba ve yetimlerin üzenindedirler.
Allah bizlere de nefsini mutmain kapısına kul edenlerden, yetim ve yoksullara yardım edebilen insanlardan eylesin.
Bayram ERSOY
FARKINDALIKLA İLGİLİ AFORİZMALAR
Merhaba Sevgili Dostlar,
Bu gün sizlere bana, gerek mail yolu ile gerekse telefonla sıkça sorulan sorulardan yola çıkarak, özellikle FARKINDALIK VE ADANMIŞLIK konusunda bir açıklama yapmaya çalışacağım.
Değerli dostlarım, bildiğiniz gibi bizim FARKINDALIK PLATFORMU isimli, genellikle kuantum ve tasavvuf boyutlu bir oluşumumuz var. Bu yaklaşım bilinen genel KİŞİSEL GELİŞİMİN çok ötesinde çok daha derin ve HAKİKAT ilmine gidilen bir YOL. Bu YOLUN farklı ve seçkin YOLCULARI ile birlikte bende bir hoca, bir eğitimciden ziyade bir yoldaş, her şeyi çok iyi bilemeyen ama sizlerle öğrenen, ancak daha önceki bilgilerim ve tecrübelerimle naçizane mihmandarlık yapmaya niyetli bir insanım. Belki tek farkım (!) belki kuantum mekaniğini ve felsefesini yeteri kadar biliyor olmamın dışında; bu YOL’un zorluklarını, engellerini, aşamalarını, tehlikeli alanlarını; kısacası güzergâhını çok değerli hocalarımdan öğrenmiş olmam. YOLCULUĞUMUZ esnasında bütün bu konularla ilgili sizlere destek ve yardımcı olmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yok. Zira sizi ancak siz taşır, size ancak siz güç verir ve ancak siz SABREDER ve mükâfatı görürsünüz.
Sevgili arkadaşlarım, bize gelen soruların başında; bizim yazılarımızda dikkatinizi çeken, büyük harflerle, hipnotik kalıplarla sunduğumuz “ FARKINDA OL “ AN- DA OL” gibi vurucu ibarelerle ifade etmeye çalıştığımız bu uyanış işaretleri bilinçaltınızda kuantumal ÇAPALAR ATAN, hipnotik etkisi olan uyarıcılardır. Bu uyarıcılar içinde çok yüksek enerjiler taşıyan FOTONİK boyutlu BİLGİ VE IŞIKTIR. Bu çok özel ve çok değerli teknik konusunda ilerleyen zamanlarda sizlere genişçe bilgi sunacağım.
Değerli dostlarım, FARKINDALIK ve ADANMIŞLIK konusunda o kadar çok soru var ki hepsini tek, tek cevaplamam hemen, hemen imkânsız. Bu yüzden ADANMIŞLIK konusunu AFORİZMALAR halinde ilerleyen zamanlarda sunacağım. Ama FARKINDALIĞIN daha iyi anlaşılması için birkaç aforizmayı aşağıda sizlere sunuyorum. Umarım FARKINDA OL-AN lardan OL-ursunuz.
FARKINDA OL-MAK,
- ÖNCELİKLER LİSTESİNİN BAŞINA ÖLÜMÜ KOYABİLMEK, DÜNYA İLİZYONUNA BU ZAVİYEDEN BAKABİLMEYİ ÖĞRENEREK ALIŞKANLIK HALİNE GETİRMEKTİR.
- DÜNYA DEĞERLERİNİN TÜM RAKAMLARININ ÇARPIMI, TOPLAMI VE BÖLÜMÜNÜN ASLINDA SADECE SIFIR ETTİĞİNİ BİLMEKTİR.
- VARLIK ÂLEMİNİ VE YARADILIŞ HİKMETLERİNİ BÜTÜNCÜL OLARAK İDRAK EDEBİLMEK, BÜTÜN BİLİNENLERİN VE TÜM VARLIĞIN ASLINDA YOKLUK OLDUĞUNU, BÖYLECE HERŞEYİN HİÇBİR ŞEY OLDUĞUNA ŞİRKSİZ ŞÜPHESİZ İMAN ETMEKTİR.
- HİÇBİRŞEYDEN (SIFIR NOKTASI ENERJİSİNDEN) VAR OLAN HERŞEY, “DÜŞÜNEN İNSANI” YARADILIŞIN VE VARLIĞIN TAM VE BÜTÜN OLARAK İDRAKİNE “ İNSAN-I KÂMİL’E” YÜCELTEN BİR BİLİNÇ SEVİYESİ OLDUĞUNU ANLAMAKTIR.
- VARLIK ÂLEMİNİ, YARADILIŞ HİKMETLERİNİ BU BAKIŞ AÇISINDAN İZLEDİĞİNİZDE SADECE TASAVVVUFU İDRAK ETMİŞ OLMUYOR, AYNI ZAMANDA KUANTUM FELSEFESİNİDE TÜM HÜCRELERİNİZLE ÖĞRENMİŞ VE YAŞAMIŞ OLUYORSUNUZ.
- BİZİM İDDİA ETTİĞİMİZ KUANTUM FELSEFESİ İLE TASAVVUF İRFAN OKYANUSUNA AKAN İLİ ULU IRMAK GİBİ AYNI PARELELLİKTE AYNI AŞKLA, AYNI AMACA HİZMET İÇİN AKMAKTA OLDUĞUNU ANLIYORUZ.
- BÖYLECE KAVRAM KARGAŞASINA SAPLANMADAN, ASIRLAR ÖNCE ŞEYH-İ EKBER OLARAK ANILAN MUHYİDDİN İBN-İ ARABİNİN VAHDED-İ VÜCUT VE İKİNCİ BİN YILIN DÜZELTİCİSİ KABUL EDİLEN DEVRİNİN EN BÜYÜK KUTBU OLAN İMAM RABBANİ’NİN VAHDED-İ ŞUHUT YAKLAŞIMLARINI ÖZÜMSEYEBİLMEKTİR.
- BÜTÜN BUNLARIN IŞIĞINDA FENEFİLLAH VE BEKABİLLAH BOYUTLARINI DENEYİMLEYEBİLMEK, AŞKIN AŞKINA YÖNELMEK, BİR OL-ANIN AŞKINA TÜM AŞKLARI FEDA EDEBİLMEKTİR.
" Biz aşktan sudur ettik
Aşk üzerine yaratıldık
Aşka doğru yöneldik
Aşka verdik gönlümüzü
RUHUMUN PUSULASI
On dört yıl önce, yine sonbahar aylarından birinde; sıklıkla yaşadığım sancılı süreçlerdin biriydi. Halimi anlamaya çalışan bir büyüğüm beni birisiyle tanıştıracağını onun benim halimi anlayacağını ve yardımcı olabileceğini söylediğinde doğrusu heyecanlanmıştım. Günlerden Çarşamba günü idi vakit ikindi ye yakındı o büyüğümle Maltepe camiine doğru yöneldiğimizde kalbimde tuhaf bir çarpındı oluşmuş, camii ye yaklaştıkça beni rahatsız edecek kadar artmıştı. Ben kendimce bunu o tatlı yokuşa bağlasam da aslında anlamını sonradan idrak edeceğim manevi bir çekim alanına girmiştim.
Cami avlusu sakın gözüküyordu. Namaz vaktine on on beş dakika kadar vardı. Şadırvanın yakınlarında bir bankta oturan sırtı bize dönük bir ihtiyar hemen gözüme çarptı. Ona doğru bakarken kalbimin daha da hızla çarptığın fark ettim. O büyüğüme sordum.
- Bu ihtiyar mı?
Gülümseyerek cevap verdi.
- Evet, o… O da senin gibi bir divane işte. Bir Rufai şeyhi ama Mısır’da yaşıyor.
Bizi büyük bir tevazuu ve hürmetle karşıladı. Seksen yaşına yakın olmasına rağmen omuriliği dik, uzun boylu çok zayıf, kup kuru dal gibi bir insan… Bembeyaz saçları ve sakalları çok uzundu. Saçlarının uzun oluşu biraz tuhafıma gitmişti ama yüzü ve elleri kehribar gibi parlıyordu. Gözleri yaşlılığından olsa gerek buğuluydu L şeklindeki diğer bankı biraz daha yakınlaştırarak yakınına oturduğumda, ilk dikkatimi çeken uzun ve narin parmakları ile elleri olmuştu. Nedense ellerinden gözümü alamıyordum. Sol elinin yüzük parmağında çok güzel gözüken kırmızı taşlı gümüş bir yüzük vardı. Tüm dikkati ile beni inceliyor, nerelisin? Nesin? Gibi sorular soruyordu.
Namazdan sonra yeniden aynı banklara oturduk. Beni yeniden iyice inceledikten sonra; yolculuğun hayırlı olsun inşallah, seninle daha sonra görüşelim diyerek, zamanının olmadığını damadının kendisini almaya geldiğini söyleyerek nazikçe izin istedi. Birlikte kalktık, koluna dayanarak aşağı caddeye kadar birlikte yürüdük. Tam arabaya binerken,
- Hakkını helal et evladım, size yük oldum. Dedi. Helalleştik ve ayrıldık.
Bu pirifâni ihtiyarla, değişik zaman ve yerlerde toplam olarak sadece on on iki saatlik bir beraberliğimiz oldu. Bu beraberlikte çok derin sohbetlerimiz, hasbihalimiz oldu . O muhterem büyüğümün dediği gibi tam da aradığım insandı. Son zamanlarda aramızda öyle bir bağlantı kuruldu ki, bir arada bulunmasak, uzak yerlerde de olsak da artık bir birimizin kalbinden geçenleri hissedebiliyorduk. Bazen ben aklıma takılan bir soruyu sorsam mı acaba diye düşünürken üstat hafifçe tebessüm ederek. “Ola ki aklına takılabilir…” diye başlayan cümle ile sorumun tam cevabını verirdi. Ben önceleri bunun bir tesadüf olabileceğini düşünürken bu kadar çok tesadüfün olamayacağını anladığımda bu bağlantının rahmani bir kanal vasıtası ile olabileceğine hükmedip aklımı çok fazla zorlamamaya karar verdim. Son zamanlarda idi yine bir iki saatliğine bir arada bulunuyorduk, sorgulayan, susmayan ve doğru cevapları bulamayınca da kendince anormal şeyler kuran zihnim beni bu olağanüstü, sıra dışı irtibatın ne ve nasıl olduğunu sorma noktasına getirdi. “ O aklındaki suali İbnül Arabi’ye sor.” Diyerek o güne kadar hakkında çok az şey bildiğim Şeyhül Ekber’in Fütühat-ı Mekkiye isimli mucize kabilinden eserine yönlendirerek beni adeta ona emanet etti. O gündür bu gündür yolculuğumuz devam etmektedir. O yol ve yolculuk bizi kuantum-tasavvuf potasında yürek ateşi ile eritilerek insanlığa sunulan SIFIR NOKTASI ENERJİSİ mücevherine ulaştırdı. Şimdi artık bilimsel olarak biliyoruz ki MORFİK ALANDA uygun rezonansta titreşen enerjiler, “BENZER BENZERİ ÇEKER kadim yasası gereği aynı titreşimle rezone olabilmekte. Yani kuantum bilimi artık düşüncenin gücünün, morfik alandaki rezonansının, rahmani bir tecelli olduğunu ispat etmiştir.
Onunla son olarak bir araya geldiğimizde, ikimizde bu sonun hüznüne kapılmıştık. Dünya dilimiz başka şeyler zikrederken, kalp dilimizle bu ayrılık zamanının verdiği hüzün ikliminde HAKK ve hakikat üzere halleşiyorduk. Ben ona hal dili ile dedim ki…
- Efendim, sizin yokluğunuzda ben neylerim? sizsiz benim halim nice olur? beni kime emanet edeceksiniz?
Birden sustu. Dünya dili ile konuştuğumuz konu öylece kaldı. Bir süre yere belli bir noktaya bakıp durdu. Bu hallerin ardından neler olduğunu bildiğimden sabırsızlıkla o saniyelerin geçmesini bekledim. Sonra başını kaldırıp tam kalbimin üstene bakarak.
- Biliyor musun oğul sana acıyorum. Diye başladı. Öyle bir yola girdin ki sana çık buradan dünya hayatını normal olarak yaşa, yoluna devam et desem beşeriyete haksızlık etmiş olurum. Zira sana emanet edilen ilim çok değerli. Amma bu ilmin yoluna devam et desem de çekeceklerini bildiğim için ne kadarına, nasıl tahammül edersin bilemiyorum. O yüzden onları görmek şahit bile olmak istemem. Dedi yine sustu.
- Efendim neden böyle diyorsunuz, ben Allah’ın izniyle hazırım. Yeter ki siz bana izin verin ve her daim desteğinizi esirgemeyin.
- O halde şimdi yeniden düşünmen için sana kendi yaşadıklarımdan aldığım derslerden ve çıkardığım sonuçlardan bahsedeyim,
Beni gördün tanıdın ve anladın. Ama beni senden başka bilen yok desem ne dersin? Bir zamanlar binlerce insana hitap eden dillerin lal olsun. Razı mısın? Tüm sevdiklerin senden uzaklaşsa, ailen bile seni anlamasa, hatta daha da vahimi yanlış anlasa razı mısın? Canım diye bağrına bastıkların, yüreğini parçalasa razı olur musun? Büyük emeklerle, icabında hayatını tehlikeye atarak tüm kazandığın dünya malını heba edebilecek misin? Yine çok sevdiğin, güvendiğin, canından aziz bildiğin insanların garız iftiralarına, ithamlarına, kaba davranışlarına, hakaret hatta küfürlerine dayanabilecek misin? …
Daha fazlasını dinleyemeyeceğimi anladığında… Dahası da var amma sana kıyamıyorum. Şimdi yeniden düşün. Ve bil ki. Halka menfur olmadan, hakka makbul olunmaz. Bize kalan miras budur. Rabbimizin rızası istikametine bizim için en çetin yollardan gidilir.
-Terki dünya, terki ukba, ve terki terk…. Varmısın?
Rabbimizin terbiye edici kudretine sığınarak “ders almaya” talip oluşumuzdan bu ana kadar efendimin saydığı birçok şeye duçar olmakla birlikte sabır otunun dayanılmaz acısı ile ferahlamayı öğrendim. Allah beterinden ve en beterinden esirgesin inşallah. Biliyorum ki aramızdan ayrılalı benim/bizim üzerimizden himmetini ilahi nazarını çekmedi. Zira morfik alanda bizi destekliyor. Dün gece olduğu gibi en dar anlarımda benim canıma yetişiyor. Şükürler olsun.
Bayram ERSOY
BİZE GÖRE FARKINDALIK
Bizi takip eden dosalarımızın bildiği gibi FARKINDALIK kavramı bizim için çok farklı. Zira dünyada birçok farkındalık kavramları ve bu kavramlar etrafında gelişen çok güçlü farkındalık akımları var. Ben daha önceki yazılarımda bu konularda çok açıklamalarda bulunduğum için şimdi burada sadece “Bize göre farkındalık nedir?” sorusuna cevap yazmaya gayret edeceğim.
Bize göre farkındalık, tamamen SIFIR NOKTASI ENERJİSİNİN kalbinden doğan İLAHİ FARKINDALIKTIR. VAR lık âleminin zuhurundan gelen HAYY esmasının tecellisi olan, bilimsel olarak ta BİĞ BANĞ (büyük patlama) yı oluşturan ve bilim insanlarının üzerinde hala yoğun bir şekilde çalıştıkları yaratılışı başlatan KUTSAL MATRİX enerjisinin idrakidir.
Buradan bakıldığında bizim yirmi yıldır her ortamda ifade etmeye çalıştığımız, “KUANTUM VE TASAVVUF İRFAN OKYANUSUNA AKAN İKİ ULU IRMAKTIR.” İddiası HAKİKATİ göstermektedir. Bizim naçizane iddiamıza göre farkındalığın ilk adımı SIFIR NOKTASI ENERJİSİNİ kavramaktır. Zira tasavvufun da kuantumunda hareket noktası “HERŞEYİN OLDUĞU HİÇBİRŞEYİ” idrak ederek VARLIĞIN BİRLİĞİNİ (Tevhidi) tüm hücreleri ile yaşayıp, HAYY esmasının gücüne bağlanmaktır. Zira benim anlayışıma göre yaşadıkları çağın en büyük devrimcileri olan, bu uğurda canlarını seve seve vererek bir uyanışı sağlamaya çalışan, Hallaç-ı mansur, Beyazıd-i bistami, Nesimi, İbn-i rüşt, İbnül arabi, hz. Mevlana, Şems- Tebrizi gibi yüzlerce büyük mutasavvıflar; avamın alay cümlesi haline gelen “HAYY dan gelip HÛ ya gideriz, Enel hak, Allah benim cübbemin içinde, kendimi tenzih ederim, şanım ne yücedir.” Gibi o zamanların ulemasının tepkisini çekerek canlarına mal olan bu farkındalığa ulaşmalarını sağlayan idrak bizim farkındalık anlayışımızın temelini teşkil eder.
Üzülerek ifade etmeliyim ki biz, büyük bir yanılgı ile tasavvufla taassubu bir birine karıştırdığımız için bu hakikat ehli Allah dostlarını çok bilmiyoruz. Zira son zamanlarda özellikle batıda ve Amerika’da bazı aydınlanan düşünürler, asırlar önce İbnül Arabi” nin, Hz. Mevlan’nın ve adını sayamayacağımız binlerce mutasavvıfın FARKINDA OL dukları ve eserlerinde şifreli bir şekilde beyan ettikleri HAKİKATİ fark ediyorlar ve insanlığın yeniden aydınlanmasına sunuyorlar. Bunlardan özellikle Dr. Kuantum olarak Bilinen Fred Alan Wolf, Eckhart Tole, Deepak Chopra, Bruce lipton gibi onlarca yüzlerce insan üslupları, inançları ve yaklaşımları farklı da olsa emin olun aynı şeyleri söylüyorlar. Ve bu adamlar yukarıda isimleri zikredilen hazretleri bizden çok iyi biliyorlar.
İşte “Bize göre farkındalık” tam bu noktadan başlıyor. Sizlerin sorularınız ve katkılarınızla bu alanı geliştirip, yoğunlaştırabiliriz.
Sevi ve saygılarımla
Bayram ERSOY
BİLİNÇALTI YASALARI VE NOSEBO PARANOYASI
Merhaba sevgili dostlarım,
Bu yazımda sizlere bilinçaltımızın çok önemli bir zafiyetinden ve bu zayıf noktayı kendi kendimize nasıl etkileyerek bize zarar verecek hale getirdiğimizi anlatmaya çalışacağım. Aslında bu yazı bu konuda yapılmış araştırmalar, değişik makalelerden alıntılarla daha çok bilimsel bir araştırma yazısı idi. Ancak ben bu özel durumu ilahi farkındalık ve de özellikle manyetik hipnoz zaviyesinden görünüşü ile düzeltmeyi ve kısaltmayı uygun gördüm.
Malumumuz olduğu üzere tüm dünyada cocid-19 isimli yapay ve oldukça vahşi bir virüsün pençesinden kurtulmak için mücadele verilmekte. Çeşitli ilaçlar, aşılar ve birçok yöntem ve yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılmakta. Bildiğiniz gibi bu husustaki görüş ve düşüncelerimi, yaptığım araştırmalar neticesinde edindiğim tüm bilgileri çeşitli vesilelerle her ortamda izah ediyorum.
Bu yazımda çok daha farklı, çok daha derin ve insanların bireysel olarak nelerden, nasıl etkilendiklerini “Bilinçaltı yasaları” perspektifinden göstermeye, izah etmeye çalışacağım. Bildiğiniz gibi kurban bayramı ile birlikte kontrolü yeni dönem diye başladığımız yeni hayatın beklenilen sonuçlarını son on beş, yirmi gündür yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Görünen o ki bir müddet daha salgının yükselen trendini izleyeceğiz. Hayatın genel akışı, insanların yaşamlarını idame ettirmesi için ister istemez böyle bir esnetmeyi getirmektedir. Ben bunlardan çok öte, son on- on beş gündür bana gelen şikâyetlerden ve toplumdaki gözlemlerimden edindiğim intibaı ve düştüğümüz bilinçaltı tuzaklarından nasıl korunmamız gerektiğini izah etmeye çalışacağım.
Covid-19’ u özel olarak laboratuvarlarda geliştirip, insanlığın içine salarak dünyaya yeni ve modern bir kölelik getirmeye niyet etmiş karanlık güçlerin asıl maksatları bu virüsün oluşturduğu korku ve panik atmosferidir. Zira virüsün öldürme kabiliyeti insanların özeni ve tedbiri ile sınırlı iken, oluşturacağı korku ve panik atmosferinin yıkımı tahmin edilemeyecek kadar yüksek olabilir. Bu olayın ilk başından beri bizler bu hususa özellikle dikkat çekmeye ve salgından ziyade oluşturulmaya çalışılan korku ve paniği yönetecek önerilerde bulunmaya gayret ettik. Ancak özellikle son on beş yirmi gündür görüyoruz ki salgının çok hızla yayılması korku ve panik katsayımızı kontrol edilemeyecek bir noktaya doğru sürüklemektedir.
Bizler on yıllardır emek verdiğimiz ilahi farkındalık olarak nitelendirdiğimiz Sıfır Noktası Enerjisi ve manyetik hipnoz gibi yüksek seviyeli öğretilerin öğrettiği “bilinçaltı yasalarının” en önemli maddesi bilinçaltının “İNANDIĞINI GERÇEKLEŞTİRDİĞİDİR.” Tüm eğitimlerde “ EN BÜYÜK GÜÇ İNANMAKTADIR.” Diye onlarca defa tekrar ettiğimiz husus budur. Yine bilinçaltının bir diğer önemli yasası “ BİLİNÇALTININ; HAYALİ-GERÇEKTEN, İYİYİ-KÖTÜDEN, FAYDALIYI-ZARARLIDAN AYIRT ETME, YANİ (DEĞERLENDİRME) YETENEĞİNİN OLMAYIŞIDIR. Hiç farkında olmadığımız ve maalesef gözümüzün içine sokulmasına rağmen göremediğimiz birçok yöntemlerle bizim bu zafiyetimizden yararlanan malum zihniyet bizi istedikleri korku ve panik alanına çekebilmektedirler. Millet olarak son günlerde düştüğümüz durum tam da budur. Şahsıma gelen onlarca telefon, mesaj v.s. ile görüyorum ki insanlar gerçekten kendilerini covid sanmaktalar. Oluşturulan bu atmosferde çoğu insan gün boyu kendisini ve tüm organlarını her daim kontrol altında tumaya çalışıyor.
- Eyvah, boğazım yanıyor, ateşim çıktı… gibi kendilerini hasta olduklarına İNANDIRARAK gerçekten hasta olmaktadırlar. Bunların çoğunun test sonuçları negatif çıkmasına rağmen, belirtileri sıklıkla yaşayarak nihayet pozitif çıkabiliyorlar. Emin olun, hiçbir teması v.s. olmamasına rağmen kendilerini durduk yere covid yapan insanları tanıyorum.
Değerli dostlarım, istemeyerek yazıyı yine çok uzattım. Bilinçaltımızı kendi elimizle torpillemeyelim. Çoğumuzun bildiği gibi plesebo etkisi denilen SANAL İYİLİK HALİNİN tersi şu an gündemimize tam olarak oturmuş durumdadır. Şu an bilinçaltlarımız olumsuz nosebo yani “ SANAL OLUMSUZLUK (KÖTÜ) HALİMİZİ yaşamaktayız. Gerek plesebo gerek nosebo etkisi sanal birer etki olmasına rağmen bilinçaltının GERÇEK SANDIĞI hayati öneme haiz değerlerdir ve insana özgüdür. Plesebo iyilik, mutluluk istikametinde giderken nosebo tam ters istikamette yıkıcı etkileri ile hiç olmadığı kadar üzerimizde etkilidir. Çıkalım artık bu olumsuz alandan ve bilinçaltı kodlarımızı gözden geçirerek; SAĞLIKLIYIM-MUTLUYUM-HUZURLU VE GÜVENDEYİM. Diyerek haykıralım.
Bayram ERSOY
KUTSAL DENGENİN İLAHİ TECELLİSİ
" ETME BULURSUN.”
Polislik mesleğimin ilk günleri idi. Anadolu’muzun şirin bir ilinde merkez karakolunda göreve başlamıştım. Elbette heyecanlı ve meraklıydım. Ama doğrusu yaşadığım ve şahit olduğum birçok hadise bu heyecanımı ve merakımı hayal kırıklığı ile sonuçlandırıyordu. Göreve başlayalı henüz bir hafta olmadan şevkim ve heyecanım azalmıştı.
Soğuk bir kış günüydü sabah yedi de göreve geldiğimizde karakolda geceden kalma bir olayın kalabalığı ve karmaşası vardı. Nezarethaneler dolu, ortam çok gergin ve pisti. Gece görevlileri bizlere talimatlar yağdırıyordu. Anlaşılan alkollü insanlar arasında kavga olmuş ve onun işlemleri yapılıyordu. Muhakkik abimiz nezarethaneden çağırttığı insanların ifadelerini alıyor. İki parmağı ile eski bir daktilo da tuhaf bir ahenkle çok hızlı yazdığı ifadeleri imzalatıp yeniden nezaret haneye gönderiyordu. Bizlerde yeni memurlar olarak bu getir götür işlerini yaparken polisliğin mutfağı sayılan bu karakolda neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorduk.
Öğleye doğru karakolda yeni bir hareketlilik oldu. Asık suratlı, sert mizaçlı ama babacan Baş komiser odasından çıkıp, elleri arkasında etrafa bakarken bir anda göz göze geldik.
- Beni işaret ederek, Gel buraya diyerek odasına geçip makamına oturdu.
- Ben buyurun efendim emirleriniz. Diyerek esas duruşta karşısında beklemeye başladım.
Baktım telefon açık, ahizesi evrakların üzerindeydi. Çok sıkıntılı ve zor anlar yaşadığı her halinden belliydi. Bir müddet başı elleri arasında düşündükten sonra zile bastı gelen bekçiye
- Polis Kadiri de çağır dedi.
Birkaç dakika içerisinde emekliliği gelmiş, yaşlı polis Kadir bey geldi.
- Buyur Baş komiserim dedi.
- Bak Kadir yanına şu yeni memuru ve onunla gelen yeni bir memur daha al, hastaneye gidin. Herhalde haberin vardır. Bir intihar teşebbüsü varmış. İntihara teşebbüs eden kızın durumu normale dönmüş, onun ifadesini alıp, gelin. Sakın kimsenin etkisinde kalmayın. Zaten konuyu biliyorsundur, ona göre sana güvendiğim için bu görevi sana verdim. Dedi
- Evet, Baş komiserim konuya vakıfım, merak etmeyin. Diyerek oradan ayrıldık.
Hastaneye gittiğimizde müşahede odasında genç bir kızın sedyede baygın bir şekilde yattığını, el bileklerinin sarılı olduğunu, kolunda serum takılı olduğunu gördük. Kadir abi bir sandalye bularak. Kıza yaklaştı, elindeki tutanak tahtası ile birlikte bir pozisyon aldı. Biz iki acemi memur kenardan izlemeye başladık. Kadir abi kıza ismi ile hitap ederek ( anlaşılan tınıyormuş.)
- ……. Kızım. Geçmiş olsun, beni duyabiliyor musun?
Diye sorunca kız kıpırdadı başını kaldırmaya çalışarak mırıldandı.
- Evet… Kadir abi duyuyorum. ( Anladık ki kızda kadir abiyi sesinden bile tanıyacak kadar yakından tanıyor.)
- İfade verebilecek misin?
Kız bir müddet sessiz kaldıktan sonra…
- ….. gelmedi mi abi? Diye mırıldandı.
Anlaşılan bizim dışımızda herkes herkesi tanıyor, hatta olayı biliyorlardı. Biz acemi memurlar olarak bir birimize bakıp şaşkın şaşkın olayı anlamaya çalışıyorduk. Kadir abi biraz sertçe…
- Kızım ifade verebilecek misin? Diye yeniden sorunca
- Abi zaten her şeyi sen biliyorsun? Ne diyeyim. Diye cevap verdi.
Kadir abi sesini ve tonunu daha da sertleştirerek,
- Kızım ben hiçbir şey bilmiyorum. Senin ifadeni almaya Baş komiser beni görevlendirdi. İfadeni verecek misin?
Kız bir müddet daha sustuktan sonra, ifadesini vermeye Kadir abide gözyaşları içinde çarpık çurpuk el yazısı ile yazmaya başladı. İfade bittiğinde benim ruhumda o tarihten beri kanayan bir yara açıldı. Fakir ve sevgiye aç bir kızın nasıl harcandığını, nasıl intiharın eşiğine sürüklendiğini görmüştük.
Tahminen dört beş sayfa süren ifade bitmişti ancak kız bileklerini kestiğinden imza atacak durumda değildi. Kadir abi bana kızın ifadesine parmak basması için bir yerden bir ıstampa bulmamı söyledi.
Tam kapıdan çıkacakken içeriye hışımla birisi daldı. Koşarak kızın yanına geldi.
- Sen ne yaptın aptal. diyerek kıza saldırmaya kalkıştı.
Adamı görünce tuhaf bir şekilde sevinen kızın gözleri parladı.
- Beni böylece bırakma kurban olayım ne olur. ……. Diye yalvardı.
- Manyak karı… aklınca benim başıma kalacaksın öylemi? Diyerek birçok hakaret ve küfür savurdu.
Kız tükenmiş bir halde mırıldanarak,
- Köpeğin olayım …….., ne olur beni harcama… Ailem beni kıpının önüne koydu. Her şeyim gitti, bittim ben. Diyebildi.
Adam bu halinde bile kıza saldırıp, darp etmek istiyor, engellemeye çalışıyorduk, Kadir abinin tecrübesi ile hep birlikte dışarı attık. Adam dışarıda bağırıp, küfürler ediyordu. Kadir abiyi de tehdit ediyordu.
- Kadir… O ifadeyi değiştir. Eğer bana bir zarar gelirse seni yaşatmam yemin ediyorum.
xxxx xxxx xxxx
Elbette ifade değişmedi, gereken ne ise yapıldı. Doğrusu sonucu bilmiyorum. Ancak iffetli bir kızcağızın tertemiz duyguları ile birlikte tüm kutsiyeti, değerleri istismar edilmiş ve hastane köşesine fırlatılmıştı. Ben o zamanki idrakimle “Köpeğin olayım.” diye yalvaran bir zavallının sesini duyan BİR HALUK olduğunu ve “kimsesizlerin kimsesinin ” bu feryada duyarsız kalmayacağına inanıyordum.
Daha sonra bu kızın malum yollara düştüğünü duyduğumda yaşadığım acıyı tarif edemem. Ancak sesini, sıfatını tüm hatları ile beynime nakşettiğim o şahsı yirmi yıl sonra, başka bir şehirde çok acınacak bir halde, “Allah canımı alsa da kurtulsam” diye feryat ederken gördüğümde; Ya Rabb ne büyüksün demekten kendimi alamadım.
Hani derler ya etme bulma dünyası… Evet, çoğumuz bilmesek te ilahi nizamda “KUTSAL DENGE” yasası işlemektedir. Herkes eninde sonunda ettiğini bulacak, ektiğini biçecektir. HAKKın hakikati hiçbir zaman şaşmadan kendini gerçekleştirecektir.
Rabbimiz HAKK’tan yana HAKKİKATE yönelenlerden eylesin. Nefsinin peşine düşmüş, sapkınlardan hepimizi korusun.
Eyvallah.
Bayram ERSOY
“ ENERJİ” ADI ALTINDA İNSANLARA SUNULAN BAZI YÖNTEMLER VE ÖZGÜR İRADE
Uzunca bir zamandır, çeşitli sebeplerden dolayı ertelediğim çok önemli bir hususu dile getirmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi tüm dünyada salgın halinde yayılan; adına genel olarak “enerji” denilen ucu açık ve çoğu karanlık furyanın kaçınılmaz olarak bizim ülkemize de sirayet ettiği aşikârdır. Bu furyanın içinde ister istemez, bizim İLAHİ FARKINDALIK olarak nitelendirdiğimiz Sıfır Noktası Enerjisi Matrix ve Manyetik hipnozda etkilenmektedir. İnsanlarımızın çoğunluğu, bu “enerji” diye sunulan öğretilerin hangisinin şeytani, hangisinin rahmani olduğunu bilmeden; özellikle nefsani olarak kendilerine iyi gelen bir ekolü seçmektedirler. Nefsani ihtiraslarla seçilen bu yolların çoğu maalesef karanlık güzergâhlara savrulmaktadır. Bu ekollerin çoğu “enerji” denilen kavramın sadece şifaya odaklı bir “şey” olduğunu iddia ederek, enerjinin rahmanisi-şeytanisi olmaz, hepsinin kaynağı aynıdır. Önemli olanın kendimizi iyi hissetmemizdir diyerek asıl gayelerini saklamaktadırlar. Bu savlar savunmalar gerçekten özgür irade ile alınırsa söylenecek bir şey olamaz. Ancak, otuz yıla yıkındır bu işin içinde olan bir insan olarak biliyorum ki. Bizim tertemiz niyetlerimizle, halisane düşüncelerle, bir derdimize derman olmasını niyet ederek girdiğimiz ve ilk anlarda nefsimize çok iyi gelen bu öğretilerin bir süre sonra bizim manevi ve ahlaki değerlerimiz üzerindeki olumsuz etkisini hissettiğimizde iş işten çoktan geçmiş olmaktadır. Bize aydınlanma olarak sunulan bu karanlık tezgâh maalesef sadece bir para tuzağı olmanın çok ötesinde; onarılmaz hasarlara ve ağır bedellere sebep olmaktadır.
Doğrusu ben bu güne kadar bu hususta hiç bu kadar açık ve net bir yazı yazmadım. Çünkü yukarıda da arz ettiğim gibi bizde aynı zaviyeden bakılan bir kategorinin çininde görüldüğümüzden, rekabet duygusu ile yazılmış şeyler gibi algılanacaktık. Bu sebepten mümkün olduğunca bitaraf olarak şahıslardan ziyade genel durumu izah etmeye çalışıyorum. Zira bu genel durum bizim tertemiz insanlarımızı korumak, onların farkındalıklarını yükseltmek adına benim boynumun borcudur. Bazı kardeşlerimin sandığı gibi kişiler üzerinden rekabet duygusu ile sarf edilmiş bir kelam değildir. Ben şahsen kendi adıma kimsenin rakibi değilim, kimse ile de rekabete girecek bir gücümde yok.
Şimdi doğal olarak bana soracaksınız bu öğretilerin şeytani-rahmani olduğunu nasıl anlayacağız. Aslında çok kolay cevapları var. Bunların çoğunu çoğumuz biliyoruz. Birkaç soru ile aydınlanabiliriz. Bize sunulan enerjinin kaynağı nedir? Nefsimize mi, ruhumuza mı hitap ediyor? Özgür iradeye müdahalesi var mı?
Ben bu gün sizlere mümkün olabildiğince özgür irade ve enerji yaklaşımları üzerinde durmak istiyorum. Yazı istemerden çok uzadığı için olabildiğince kısa tutarak, özgür iradenin tam olarak ne olduğunu izah etmeye çalışayım. Bildiğiniz gibi bizim ekolümüz iki temel üzerine kurulu. Birincisi olan tasavvuf geleneğine göre özgür irade bizim öğretilerimizin esasını oluşturan ve “ bela” dediğimiz Bezm-i elest de bize sunulan çok farkında olmadığımız ilk rahmani armağandır. Yani Araf suresi 172. Ayette buyurduğu gibi; “ Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: ( Elestübü rabbiküm) Ben sizin rabbiniz değil miyim? "Elbette öyle! (galü bela) Tanıklık ederiz" dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, "Bizim bundan haberimiz yoktu" demeyesiniz;” Bu yüce ayete İLAHİ FARKINDALIK penceresinden bakıldığında; Eşrefi mahlukat, halifetullah insan olarak daha hücre planında iken bize seçme hakkı verildiğini ifade ederek özgür irademizin değerini anlatmaktadır. Rabbimiz bize; BEN SİZİN RABBİNİZİM BEN NE DERSEM İTAAT EDECEKSİNİZ.” Deseydi biz itiraz mı edecektik. RABBİNİZ DEĞİL MİYİM? Sorusunun deruni manasını anladığımızda onun kutsiyetini de anlamış oluyoruz.
Rabbimizin bile özgür bıraktığı özgür irademize müdahale eden, onun üzerinde tahakküm kurmak isteyen her şey necistir, majidir ve doğal olarak ta HARAM dır. Bu kadar net ve kesindir. Bu husus o kadar narin ve derin bir konudur ki ancak ehli olanlar ahkâma yetkilidir. Bize göre herhangi birinin ki… Bu bizim evladımız bile olsa, en yüksek yararına bile olsa onun izni olmadan ona istemediği, bir enerji uygulaması yapılmaz. Böyle yapmak onun özgür iradesine tecavüz sayılır ve HAKKa girmiş oluruz. Onun için dua edebilir, iyi temennilerde bulunabilir, onun hayrına sadakalar verebiliriz. Ancak izni olmadan uzaktan, birçok ritüeller içeren enerji uygulaması yapamayız. Yapmamalıyız.
Size renkli ambalajlarla, nefsinize iyi hitap eden, birçok süslü cümlelerle sunulan “enerji” sandığınız şeylere birde bu zaviyeden bakın lütfen.
Saygılar sunuyorum.
Bayram ERSOY
FARKEDER DERNEĞİ VE SU KUYULARI ÜTOPYASI
Çok değil bundan sadece üç yıl önce yürekleri iyiliğe, güzelliğe adanmış küçük bir gurup insanın bir araya gelerek sıfır bir bütçe ile kurduğumuz FARKEDER Derneğimiz bu kadar kıza sürede çok geniş bir hizmet yelpazesi ile insanlığın hizmetinde önemli bir merhale kat etmiştir.
Öncelikle ve özellikle birinci görevi olan FARKINDALIK anlamında yoğun eğitim programlarımızla ülkemizin her bölgesine yetişmeye çalışırken; ilim, kültür alanlarında da çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Asli misyonunun en son halkasını teşkil eden “yardımlaşma ve dayanışma” konusunda daha kurulduğumuz ilk andan itibaren ihtiyaç sahibi çocuklarımız üşümesin niyeti ve sloganı ile özellikle sonbahar aylarında bot-mont ve kışlık giysi yardımlarımızı gelenek haline getirdik. Yine mümkün olabildiğince yaz aylarında da ayrıca kıyafet yardımlarımızı sürdürmekteyiz. Bundan başka özellikle ramazan ayı başlangıcında gıda kolileri ve market kartları yardımlarımıza da devam etmekteyiz.
Üye sayımızın azlığına ve üye aidatlarımızın çok kısıtlı olmasına rağmen can yoldaşlarımızın değerli bağışları, gayretli kardeşlerimizin halisane çabaları, rabbimizin lütfu keremi ve bereketi ile koyduğumuz hedefin çok üstünde güzel sonuçlar aldık. Örnek olarak geçtiğimiz Ramazan ayında ihtiyaç sahiplerine verilmek üzere gıda kolisi yerine market kartları için 20.000 TL olarak koyduğumuz hedefimizi çok aştık. Çok şükür. Tüm katkısı olan canlardan Allah razı olsun.
Sevgili dostlarım, geldiğimiz nokta itibarı ile daha derneğimizi kurarken “ÜTOPYAMIZ ETOPYA” sloganı ile özellikle su sıkıntısı yaşayan insanlara su kuyuları açtırarak onları temiz su ile buluşturmak gibi bir hayalimiz vardı. Bildiğiniz gibi su dünya planındaki hayatın temelini oluşturan yegane iki unsundan birisi olmasının yanında, cennet taamı olarak özellikle bizim öğretimizin pirlerinden ibn’ül Arabi ve Münir Derman hazretlerinin eserlerinde çok farklı özellikleri ve değerinden bahsedildiğinden bizim için bam başka bir anlam ifade etmektedir.
Dünyanın üçte ikisinin su olması ile insan bedeninin de üçte ikisinin su olması, rabbimizin koyduğu ilahi mizanın ifadesidir. Ancak üçte ikisinin su olduğu bu güzel dünyamızda milyonlarca insan temiz suya ulaşamamanın verdiği sıkıntı ve sorunlar yüzünden, çeşitli hastalıklara duçar olarak yaşamlarını yitiriyorlar.
Farkeder derneğinin çok geniş bir yelpazeyi içeren misyonunun aslı “ALLAH’IN RIZASI” olduğundan; bu ilahi rızaya giden yollardan en önemli olanı, “ İNSANLARIN EN HAYIRLISI İNSANLARA FAYDALI OLANDIR.” Hadisi şerifinin gösterdiği yolda susuzluktan kavrulan yüreklere kana kana içecekleri suyu ikram etmeyi boynumuza borç edindik. Bizlere destek olursanız sizin de bu güzel ikramda katkınız olur. Bizim ilk deneyimimiz olduğundan çok geniş bir alanda araştırmalar yapmaktayız. Sağ olsunlar birçok kardeşimiz bu hususta araştırmalar yapmakta. Henüz hangi ülkede hangi bölgede bir çalışma yapılacağı belli değil. Şu ana kadar edindiğimiz bilgilere göre, yerine göre değişmekle birlikte aşağı yukarı 4.000 ile 6.500 dolar civarında bir maliyet söz konusu olacakmış. Ona göre bir hedef belirleyip en kısa zamanda bu hayırlı ve bereketli eylemi gerçekleştirmeye niyet ettik.
NİYET HAYR AKİBET HAYIR. İNŞALLAH.
Sevgi ve saygılarımla.
Bayram ERSOY
MUTSUZMUSUN
Mutluluk/mutsuzluk birçok sebebe veya faktörlere bağlı imiş gibi gözükse de aslında iki kelimelik TEK BİR husustan ibarettir. “KENDİNİ BİL MEK” tüm insanlık âleminin huzursuzluğunun sebebinin SIRRI bu iki kelimededir. “KENDİNİ BİL” biz bu algıya genel olarak FARKINDALIK diyoruz.
FARKINDA OL- ursanız, varlık sebebinizin ve yaşam amacınızın KOŞULSUZ SEVGİ olduğunu,
FARKINDA OL- ursanız, aradığınız tüm zenginliklerin, güzelliklerin ve değer olarak kabul ettiğiniz her şeyin yüce kalbinizde zaten VAR OL duğunu,
FARKINDA OL- ursanız, hastalık, yokluk, acı, dert, sıkıntı, sorun v.s. gibi olumsuzluk olarak gördüğünüz her şeyin sizlere bu dünya planındaki muhteşem ahengi, kusursuz dengeyi idrak etmenizi, böylece bu kutsal plan dâhilinde daha iyi yaşamanız için görevlendirilmiş çok değerli öğretmenler olduğunu,
FARKINDA OL-ursanız, KUTSAL DENGENİZİ bulacağınızı ve önce kendinizle sonra tüm yaratılmışlarla muhteşem bir ahenk içinde barışık yaşayacağınızı,
FARKINDA OL-ursanız, savaşılarak hiçbir zaferin kazanılmadığını, tüm kanlı savaşların sonunda bile kazananın SEVGİ IRMAĞINDAN doğan barış olduğunu,
FARKINDA OL-ursanız, size bu çok renkli ve tatlı dünya cennetinde cehennemi yaşatanların ve acıların ortasına çekerek KUTSAL DENGENİZİ bozanın zihin, ego ve nefs üçlü ittifakı olduğunu,
FARKINDA OL-ursanız, sizi VAR edenin sizi yakmak için yaratmadığını, ateşi ve cehennemi sizin oluşturduğunuzu,
FARKINDA OL-ursanız, cümle yaratılmışların VARLIK sebebinin AŞK olduğunu, AŞKIN, HÛ zikri ile HAYY zikrinin sana yettiğini,
FARKINDA OL-ursanız tüm bunları bildiğinizde “O” nuda bileceğimizi ve bu idrak ile “âlâ küllü hâl “ diyebilecek ve gerçekten bu dünyada cenneti yaşayarak mutlu OL acaksınız.
İLMİN EN AĞIR BEDELİ ZULÜM
Rabbimiz kâinatı kendi ilmi ile muazzam bir ahenk ve denge ile VAR etmiştir. Bizler gündelik yaşamımızda çok farkında olmadığımız bu “kutsal Denge” bizim öğretilerimizden dördüncü portalını oluşturmaktadır. İbn’ül Arabi hazretleri Fütühat-ı Mekkiyede; varlığın zuhuru konusunda ilk yaratılanın “Hakikat-i Muhammediye” ve kelamcıların heyula diye ifade ettiği “Heba” olduğunu beyanla fütühat’ın başka bölümlerinde Hz. Muhammed (s.a.v.) in zuhuru mizan “terazi” ile gerçekleşmiştir. Mizan âlemdeki adalet ve itidal (denge) sahibidir.” Diyerek efendimiz a.s. ın terazi burcundaki zuhurunun anlam ve önemini beyan ederken; konuyu “ Çünkü mizanın (terazinin) denge hareketinin cennete, cehenneme girmekte ahirete bitişiktir.” Diye sonlandırmış ve FARKINDALIK açısından cennet-cehennem zıtlarının kutsal dengesini ifade etmiştir.
Kafanızı çok karıştırmadan hemen yüce kitabımız kuran-ı kerim’e müracaat ettiğimizde; 51/ZÂRİYÂT 49: “ Ve Biz, her şeyden (zıttıyla kaim kılarak) çift yarattık. Umulur ki böylece siz tezekkür edersiniz.” Ayeti ile birlikte birçok benzer ayet bizi aydınlatmaktadır. Bizim öğretilmemizin ikinci ayağı olan kuantum boyutundan “zıtlık” kuran-ı kerimdeki ifadesinin aynıdır. Bir “şey” zıttı ile anlamlı ve değerlidir. Ki… Varlık âleminde “cümle yaratılmışlar” zıtları ile belirir, ortaya çıkar. Eğer yaratılmış bir şeyin zıttı yoksa değeri ve anlamı da yoktur. ( gece-gündüz, siyah-beyaz, iyi-kötü, doğru-yanlış… vs. gibi) Sadece Allah (c.c.) bundan münezzehtir.
Ben bugün bu zaviyeden derin bir tefekkürün ardından ulaştığım farkındalık boyutundan gördüm ki. İnsanların hayatlarını, tüm varlıklarını, hatta tüm kutsallarını değerlerini ortaya koyarak ulaştıkları ilminde bir zıtlığı karşılığı var. Belki biraz amiyane, belki de biraz ağır gelecek bir yaklaşımla İlim-zulüm zıtlığından kısaca bahsetmek istiyorum. Tarihin derinliklerine doğru baktığımızda bizim FARKINDA insanlar olarak nitelendirdiğimiz aydınlanmış birçok düşünür, bilim insanı, sanatkâr, teolog gibi her kesimden insanın rutinin dışında, özellikle sisteme aykırı olarak ortaya attıkları, ileri sürdükleri düşünce ve görüşlerinden dolayı devrin muktedirleri tarafından zulme maruz bırakılmışlardır. Hatta bunlardın birçoğu canlarından olmuşlardır.
Bizlerde, naçizane adandığımız ve maddi manevi tüm değerlerimizi ortaya koyduğumuz, İLAHİ FARKINDALIK yolunda, devrin muktedirleri tarafından hedefe konulmuş insanlarız. Bu muktedirler, maalesef çoğumuzun farkında bile olmadığı, sanal âlemin ve sosyal medyanın tüm kirli ve kanlı sahalarını işgal etmiş, her türlü kuralsızlığı ve ahlaksızlığı mubah sayan çok etkili ve tehlikeli örgütlerdir. Örgütlerdir diyorum, bilerek bu kelimeyi kullanıyorum zira içinden geçtiğimiz covit-19 pandesisi sürecinin de baş müsebbibi olan, tüm dünyanın dengesini altüst eden tüm karanlık yapıların tek çatısı “singularity” den bahsediyorum. Evet, bu devrin AN İTİBARI ile muktediri Singularity dir. Bu örgüt ve örgütlerin şeytani tetikçileri her yerdeler,
Bu konu ile ilgili olarak “nasip olursa” gelecek yazılarımızda veya youtube programlarımızda çok daha farklı sunumlar yapacağım.
Hepinize selam ve saygılarımı arz ediyorum. Bayram ERSOY